Monday, February 11, 2013

Çadırda kalamadığım Çanakkale-Çeşme Turu :) (5.Gün)


    Akşam çok gecikmeden yattım ama kendimi evimde hissetmiş olduğumdan olacak ki 05:00’da uyanamıyorum,kalkışım 06:30’u buluyor.Hemen hazırlanıp kapıya geliyorum. Normalde ana yoldan Çeşme’ye gidecektim ama güvenlik görevlisinin önerisi üzerine Ilıca, Ildır  tarafından gitmeye karar verdim. İzmir-Urla arasında ve özellikle de Güzelbahçe’de çok güzel evler mevcut,bunlara hayran kaldığımı gizlemeye gerek yok J Aynı yolda bir süre denizin dibinden gitmek de ayrı güzel.Denizin kenarında ki set olan duvarlar yüksek olduğu için rüzgardan da etkilenmiyorsunuz,bu da bisikletçi için bulunmaz nimet J




   Urla ilçesini geçtikten 8 km sonra 2 sapak çıkıyor karşınıza.Sol taraf otobana çıkıyor ki bisiklet için yasak olan yol,sağ taraf  ise Ilıca. Yine sağ yolu tercih ediyorum ve tercih ettiğim gibi ön lastik indiğini farkediyorum.Hemen bir teker değişimi yapıyorum,tam biniyorum bisiklete ve ön tekerin yine inik olduğunu görüyorum. 3 kez bu işlem tekrarlanıyor ve hani küplere binersiniz ya sinirden,işte ben de o küplere biniyorum :@ Son yapışımda oluyor ve yoluma devam ediyorum. 3 km yoluma devam ettikten sonra beni İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü karşılıyor.Burada da yol 2’ye ayrılıyor ve ben yine sağ tarafa yöneliyorum.Ama birkaç 100 m gittikten sonra şu üniversitenin güvenliğine sorayım diyorum.Meğerse sağ taraf Mordoğan’a gidiyormuş.Önceden bakmıştım ve sağlam virajlara,eğime sahip bir yoldu o yol. Bu yüzden sola saptım ve ilk kez böyle bir yol gördüm.Tam 9 km,virajlara sahip olan ama düzlüğe sahip olmayan bir yokuş J




Zaten bu turda 2 yol beni benden aldı ve ustalaştırdı. Biri Kepez çıkında ki yokuş,diğeri de burası.Henüz yokuşun başlarında nefeslenmek için durdum ve  tam o an telefonum çaldı.Arayan Serkan abim. Nerede olduğumu soruyor,şans diliyor ve desteklerini esirgemiyor sağolsun. Alaçatı’da oturan Enes’in telefonunu veriyor. İdolüm olan bir insandan o an telefon almak ve bana yardımcı olması benim nefes almam için yeterli oluyor.
   9 km’yi çıktın Sinan,afferin sana.Al sana bir yol ayrımı daha J Bu sefer de sağa sapmakla doğru tahminde bulunmuş oluyorum.Güzel bir inişten sonra adını şu an hatırlamadığım bir mahalleye geliyorum.Bu mahalle bomboş bir yer, terk edilmiş.Kafama göre bir yol kestirip devam ediyorum yoluma.Yolun bitiminde ki yanmış ağaçların iç karartan ve insanın içini ürperten görüntüsü beni rahatsız ediyor.


 

   Kısa mesafeli ama eğimi yüksek bir yokuş var ve ben istemediğim bir şeyi yapıyorum.Bisikletten iniyorum ve elime aldığım bisikletle yürüyerek yoluma devam ediyorum.Bir sonra ki köyün girişi de yokuş ama bu sefer bisikletimin üstünde ilerliyorum.Bakkaldan 2 şişe buz gibi soda alıyorum bu tüm yorgunluğumu alıyor benim. Yolun bundan sonra ki kısmı,Ildır’a kadar olan kısmı manzarasız ve zevksizdi malesef. Ildır’a gelince kahvaltı zamanımın da geldiğini farkediyorum.Şimdi gelelim kazıklanma safhamıza.Yarım porsiyon serpme kahvaltı 20 TL, tam porsiyon serpme kahvaltı 40 TL. Evet bir kahvaltıya ne kadar verilebilir ?! Ben de kahvaltıya 40 TL verecek göz var mı peki ? Tabi ki yok J  Yarım porsiyonu da pazarlıkla 15 TL’ye indirdikten sonra bekliyorum kahvaltımı. 



   Müren adası karşısında,manzarası mükemmel bir yerdi.İnsanlar karadan adaya yürüyerek geçiyordu. İlginç bir görüntüydü.Kahvaltı geldiğinde neşe,mutluluk ibresi 0’a yakın yere indi.Yüzlerine karşı “ulan dalga mı geçiyosunuz bu ne biçim bi kahvaltı la” dedim,cevap vermediler.Sanırım cevap vermeme nedenleri olarak da içimden söylemiş olmam etkilidir J 2 kayısı dilimi ve ceviz bir tabakta ki çeşit,azıcık portakal reçeli,vs… ve çayı da çeşitten saydıkları gibi masaya su bile getirmekten aciz insanlar bunlar. Geleni,gideni,uğrayanı düzüyolar kısacası.Burada memnun kaldığım tek şey portakal reçeli idi.Böyle bir tat,koku yok yav.Kahvaltı sonrasında pedallayıp terledikçe portakal kokusu,o esans geliyordu J Alaçatı’ya vardıktan sonra öğreniyorum ki burada çekiliyormuş bir dizi.Sanırım ondan bu kadar kazıklama meraklısı millet var burada.
 
    Ildır’dan sonra yol hep deniz kenarından gitti ve sürekli denizi görüyor olmam da mutlu etti beni.Malesef daha sonradan öğrendim ki Ilıca’da denizin içinden kaynayan su varmış.Hem de 40 derece ile kaynayan bir su kaynağı.İşte önceden fazla araştırmayınca insan bilemiyo ve göremiyo L



   Tam Çeşme’ye geldiğimi sandığımda aynakoldan ses de gelmeye başladı.Tam da orada seyyar tamirci görüyorum.Götürdüm ama benim klasik bisikletin parçasının olmadığını söylüyor bisikletçi.Çeşme’de yaptırabileceğimi söylüyor.Ben de haliyle yoluma devam ettim ve yolda bir Porsche görünce “İşte medeniyete geldim lan!” diye bağırdım J Çeşme’ye ilk kez  gelmiştim ve hayatımda gördüğüm en güzel mavi renge sahip bir denizi ve beyaza yakın bir sahille karşılaşmıştım.









    Biraz ilerledikten sonra sahilde görevli polisleri görünce durdum ve bisikletimi büfenin arkasına yerleştirdim.Hemen tişörtlü ve kaprili polislere sordum “Çantamı heybemin içine koysam soru olur mu?” diye, “Koyma burada çok hırsızlık oluyor” dediler. Yine içimden “Sen ne işe yarıyon la o zaman burda,gölgede güneşleniceğine etrafı gözetle!” dedim.İşte o an kıl oldum onlara.Çantamı yanıma alıp bi şezlong kiralayıp,çantamı havlumun altına koymak durumunda kaldım ben de. Dibi kum,suyu berrak olan denizde 15-20 dk kadar durduktan sonra kurumak için şezlonga malak gibi yayıldım J Birkaç saat hatta birkaç gün geçirmek gerekiyormuş burada da dönünce farkettim bunu.E tabi bir de tek başına olunca insanın canı sıkılıyor.İyice kuruduktan sonra üstümü değiştirip Alaçatı’ya devam ettim. Çeşme-Alaçatı arasında ki bisiklet yolunda aman haaa fazla hızlı gideyim demeyin. Anayol,bisiklet yolu ve yanında villalara ait araç park yerleri var. Yani siz birazcık hızlı giderken parktan araç gelirse sonucunu siz tahmin edin.Orası da göstermelik bir yol olmuş tabi ki.Alaçatı’nın o güzel,rüzgarlı denizini görme şansım olmadı maalesef ama enfes evlerini, sokaklarını bol bol gezdim. Her sokak,her ev ayrı ayrı görülmeye layık. 1 gecelik yer aradım fakat fiyatlar süper yüksekti. Bir söz vardır ya hani “Maymun gözünü açtı” denir. Heh işte burada da aynı durum oluşmuş.Yer bulamayınca ve hedefime de varmış bulununca Ankara’ya dönmeye karar veriyorum.Haydi bakalım Kamil Koç’a. Bileti aldığım gibi karnımı doyurmak için yer arıyorum.Öğlen vakti Ildır’da ki kahvaltı kazığından sonra daha dikkatli davranıyor Sinan Bey J Uzunca bir süre dolaşıyorum ve marketten konserve yaprak sarması alıyorum ve dolduruyorum o kalın dolmalarla midemi. Alaçatı'dan manzaralar...


























   Bileti aldığım yerde çalışan kız ve teyzesiyle başladı koyu bir muhabbet.Çeşme’de denize girdiğim yerlerin önceden Türk zenginlere ait olduğunu öğreniyorum.

  

  Bu sitelerin ön tarafı sahil ve deniz olup yaklaşıp 70 kamera ile sokaklar kontrol ediliyordu ve sürekli güvenlikler geziyordu.Bu zengin vatandaşlar kriz çıkınca villaları satmışlar ve şu an çoğu villanın sahibi Arap zenginlermiş.Yaklaşık 3-4 saat devam etti sohbet. Kız da teyzesi de çok,çok candan insanlardı.Bir daha gitmek nasip olursa Çeşme’ye kesinlikle uğrayacağım yine buraya J Otobüs vakti geldi ama otobüs ortada yok.Kaptan ve muavin burayı bilmiyorlarmış. Yolcuların ve görevli kızın tarifleriyle otobüs yolu doğrultuyor.Geç kalındığı için bisikleti de sökmeden yükledim otobüse.Ve bir yaz turu daha sona ermiş oldu J
   Çeşme’ye varmak üzereyken gelen aynakol sesini Altınoluk’a tatile gelince çözdüm. Akordu bozuk,jantı yamuk bisikletle yola çıkmıştım ve yolda da bilya dağılmış,bilya yuvası yamulmuş,mil aşınmıştı… Şans eseri bir kaza bela olmadan hedefime ulaşıp evime döndüm.

No comments: