Akşam çok gecikmeden yattım ama kendimi evimde
hissetmiş olduğumdan olacak ki 05:00’da uyanamıyorum,kalkışım 06:30’u
buluyor.Hemen hazırlanıp kapıya geliyorum. Normalde ana yoldan Çeşme’ye
gidecektim ama güvenlik görevlisinin önerisi üzerine Ilıca, Ildır tarafından gitmeye karar verdim. İzmir-Urla
arasında ve özellikle de Güzelbahçe’de çok güzel evler mevcut,bunlara hayran
kaldığımı gizlemeye gerek yok J Aynı yolda bir süre denizin dibinden
gitmek de ayrı güzel.Denizin kenarında ki set olan duvarlar yüksek olduğu için
rüzgardan da etkilenmiyorsunuz,bu da bisikletçi için bulunmaz nimet J
Urla
ilçesini geçtikten 8 km sonra 2 sapak çıkıyor karşınıza.Sol taraf otobana
çıkıyor ki bisiklet için yasak olan yol,sağ taraf ise Ilıca. Yine sağ yolu tercih ediyorum ve tercih
ettiğim gibi ön lastik indiğini farkediyorum.Hemen bir teker değişimi
yapıyorum,tam biniyorum bisiklete ve ön tekerin yine inik olduğunu görüyorum. 3
kez bu işlem tekrarlanıyor ve hani küplere binersiniz ya sinirden,işte ben de o
küplere biniyorum :@ Son yapışımda oluyor ve yoluma devam ediyorum. 3 km yoluma
devam ettikten sonra beni İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü karşılıyor.Burada da
yol 2’ye ayrılıyor ve ben yine sağ tarafa yöneliyorum.Ama birkaç 100 m
gittikten sonra şu üniversitenin güvenliğine sorayım diyorum.Meğerse sağ taraf
Mordoğan’a gidiyormuş.Önceden bakmıştım ve sağlam virajlara,eğime sahip bir
yoldu o yol. Bu yüzden sola saptım ve ilk kez böyle bir yol gördüm.Tam 9
km,virajlara sahip olan ama düzlüğe sahip olmayan bir yokuş J
Zaten bu turda 2 yol beni benden aldı ve
ustalaştırdı. Biri Kepez çıkında ki yokuş,diğeri de burası.Henüz yokuşun
başlarında nefeslenmek için durdum ve
tam o an telefonum çaldı.Arayan Serkan abim. Nerede olduğumu soruyor,şans
diliyor ve desteklerini esirgemiyor sağolsun. Alaçatı’da oturan Enes’in
telefonunu veriyor. İdolüm olan bir insandan o an telefon almak ve bana yardımcı
olması benim nefes almam için yeterli oluyor.
9 km’yi çıktın Sinan,afferin sana.Al sana
bir yol ayrımı daha J Bu sefer de sağa sapmakla doğru tahminde bulunmuş
oluyorum.Güzel bir inişten sonra adını şu an hatırlamadığım bir mahalleye
geliyorum.Bu mahalle bomboş bir yer, terk edilmiş.Kafama göre bir yol kestirip
devam ediyorum yoluma.Yolun bitiminde ki yanmış ağaçların iç karartan ve
insanın içini ürperten görüntüsü beni rahatsız ediyor.
Kısa mesafeli ama eğimi yüksek bir yokuş var ve ben
istemediğim bir şeyi yapıyorum.Bisikletten iniyorum ve elime aldığım bisikletle
yürüyerek yoluma devam ediyorum.Bir sonra ki köyün girişi de yokuş ama bu sefer
bisikletimin üstünde ilerliyorum.Bakkaldan 2 şişe buz gibi soda alıyorum bu tüm
yorgunluğumu alıyor benim. Yolun bundan sonra ki kısmı,Ildır’a kadar olan kısmı
manzarasız ve zevksizdi malesef. Ildır’a gelince kahvaltı zamanımın da
geldiğini farkediyorum.Şimdi gelelim kazıklanma safhamıza.Yarım porsiyon serpme
kahvaltı 20 TL, tam porsiyon serpme kahvaltı 40 TL. Evet bir kahvaltıya ne
kadar verilebilir ?! Ben de kahvaltıya 40 TL verecek göz var mı peki ? Tabi ki
yok J Yarım porsiyonu da pazarlıkla 15 TL’ye
indirdikten sonra bekliyorum kahvaltımı.
Müren adası karşısında,manzarası mükemmel bir
yerdi.İnsanlar karadan adaya yürüyerek geçiyordu. İlginç bir
görüntüydü.Kahvaltı geldiğinde neşe,mutluluk ibresi 0’a yakın yere
indi.Yüzlerine karşı “ulan dalga mı geçiyosunuz bu ne biçim bi kahvaltı la”
dedim,cevap vermediler.Sanırım cevap vermeme nedenleri olarak da içimden
söylemiş olmam etkilidir J 2 kayısı dilimi ve ceviz bir tabakta ki
çeşit,azıcık portakal reçeli,vs… ve çayı da çeşitten saydıkları gibi masaya su
bile getirmekten aciz insanlar bunlar. Geleni,gideni,uğrayanı düzüyolar
kısacası.Burada memnun kaldığım tek şey portakal reçeli idi.Böyle bir tat,koku
yok yav.Kahvaltı sonrasında pedallayıp terledikçe portakal kokusu,o esans
geliyordu J
Alaçatı’ya vardıktan sonra öğreniyorum ki burada çekiliyormuş bir dizi.Sanırım
ondan bu kadar kazıklama meraklısı millet var burada.
Ildır’dan sonra yol hep deniz kenarından
gitti ve sürekli denizi görüyor olmam da mutlu etti beni.Malesef daha sonradan
öğrendim ki Ilıca’da denizin içinden kaynayan su varmış.Hem de 40 derece ile
kaynayan bir su kaynağı.İşte önceden fazla araştırmayınca insan bilemiyo ve
göremiyo L
Tam Çeşme’ye geldiğimi sandığımda aynakoldan ses de
gelmeye başladı.Tam da orada seyyar tamirci görüyorum.Götürdüm ama benim klasik
bisikletin parçasının olmadığını söylüyor bisikletçi.Çeşme’de yaptırabileceğimi
söylüyor.Ben de haliyle yoluma devam ettim ve yolda bir Porsche görünce “İşte
medeniyete geldim lan!” diye bağırdım J Çeşme’ye ilk kez gelmiştim ve hayatımda gördüğüm en güzel mavi
renge sahip bir denizi ve beyaza yakın bir sahille karşılaşmıştım.
Biraz ilerledikten sonra sahilde görevli polisleri
görünce durdum ve bisikletimi büfenin arkasına yerleştirdim.Hemen tişörtlü ve
kaprili polislere sordum “Çantamı heybemin içine koysam soru olur mu?” diye,
“Koyma burada çok hırsızlık oluyor” dediler. Yine içimden “Sen ne işe yarıyon
la o zaman burda,gölgede güneşleniceğine etrafı gözetle!” dedim.İşte o an kıl
oldum onlara.Çantamı yanıma alıp bi şezlong kiralayıp,çantamı havlumun altına
koymak durumunda kaldım ben de. Dibi kum,suyu berrak olan denizde 15-20 dk
kadar durduktan sonra kurumak için şezlonga malak gibi yayıldım J Birkaç
saat hatta birkaç gün geçirmek gerekiyormuş burada da dönünce farkettim bunu.E
tabi bir de tek başına olunca insanın canı sıkılıyor.İyice kuruduktan sonra
üstümü değiştirip Alaçatı’ya devam ettim. Çeşme-Alaçatı arasında ki bisiklet
yolunda aman haaa fazla hızlı gideyim demeyin. Anayol,bisiklet yolu ve yanında
villalara ait araç park yerleri var. Yani siz birazcık hızlı giderken parktan
araç gelirse sonucunu siz tahmin edin.Orası da göstermelik bir yol olmuş tabi
ki.Alaçatı’nın o güzel,rüzgarlı denizini görme şansım olmadı maalesef ama enfes
evlerini, sokaklarını bol bol gezdim. Her sokak,her ev ayrı ayrı görülmeye
layık. 1 gecelik yer aradım fakat fiyatlar süper yüksekti. Bir söz vardır ya
hani “Maymun gözünü açtı” denir. Heh işte burada da aynı durum oluşmuş.Yer
bulamayınca ve hedefime de varmış bulununca Ankara’ya dönmeye karar
veriyorum.Haydi bakalım Kamil Koç’a. Bileti aldığım gibi karnımı doyurmak için
yer arıyorum.Öğlen vakti Ildır’da ki kahvaltı kazığından sonra daha dikkatli
davranıyor Sinan Bey J Uzunca bir süre dolaşıyorum ve marketten konserve
yaprak sarması alıyorum ve dolduruyorum o kalın dolmalarla midemi. Alaçatı'dan manzaralar...
Bileti aldığım yerde çalışan kız ve teyzesiyle
başladı koyu bir muhabbet.Çeşme’de denize girdiğim yerlerin önceden Türk
zenginlere ait olduğunu öğreniyorum.
Bu sitelerin ön tarafı sahil ve deniz olup
yaklaşıp 70 kamera ile sokaklar kontrol ediliyordu ve sürekli güvenlikler
geziyordu.Bu zengin vatandaşlar kriz çıkınca villaları satmışlar ve şu an çoğu
villanın sahibi Arap zenginlermiş.Yaklaşık 3-4 saat devam etti sohbet. Kız da
teyzesi de çok,çok candan insanlardı.Bir daha gitmek nasip olursa Çeşme’ye
kesinlikle uğrayacağım yine buraya J Otobüs vakti geldi ama otobüs
ortada yok.Kaptan ve muavin burayı bilmiyorlarmış. Yolcuların ve görevli kızın
tarifleriyle otobüs yolu doğrultuyor.Geç kalındığı için bisikleti de sökmeden
yükledim otobüse.Ve bir yaz turu daha sona ermiş oldu J
Çeşme’ye varmak üzereyken gelen aynakol sesini Altınoluk’a tatile gelince çözdüm. Akordu bozuk,jantı yamuk bisikletle yola çıkmıştım ve yolda da bilya dağılmış,bilya yuvası yamulmuş,mil aşınmıştı… Şans eseri bir kaza bela olmadan hedefime ulaşıp evime döndüm.
Çeşme’ye varmak üzereyken gelen aynakol sesini Altınoluk’a tatile gelince çözdüm. Akordu bozuk,jantı yamuk bisikletle yola çıkmıştım ve yolda da bilya dağılmış,bilya yuvası yamulmuş,mil aşınmıştı… Şans eseri bir kaza bela olmadan hedefime ulaşıp evime döndüm.
No comments:
Post a Comment