Monday, March 11, 2013

Yolda yapılan rota ve son günü p.ç olan tur (3. ve 4. Gün)

   Sabah oluyor ama hiç birimizde kalkmaya dayalı bir his yok J Bir gece öncesinde de yaptığım gibi benim reşo yakıtıyla çalışan ocağımı çadırın içine alıp yakıyorum. Biraz olsun çadırın iç ısısı kırılıyor ve bizi biraz olsun ısıtıyor.





    Çadırların biraz olsun kurumasını bekliyoruz. Yağmur yağmış gibi yaş hepsi. Ve başlıyoruz Aizanoi Antik Kenti yolculuğuna… 






   Bu arada Bisikletleri olan oteli de görünce bi hatıra fotoğrafı çekiliyoruz ;-)
   
   3 km’lik bir başlangıç, yakın mesafe olması bacaklara iyi geliyor. Antik Kent gezisi sırasında ki değerli bilgiler tabi ki Arkeolog olan Özlem’den geliyor. Hanlar,hamamlar,antik tiyatro derken gezimiz 2 saat civarında sürüyor ve çıkış saatimiz 13:30‘u buluyor. 










  Neyini bilemiyon Özlem :-S Bu da 5 bacaklı at :D







    Mehmet abim birisiyle konuşmuş ve 10 km inişin olduğunu öğrenmiş, o da bizimle paylaşıyor hemen. Bizde de büyük bir heyecan yaratıyor bu J Az değil sonuçta, 10 km iniş Çavdarhisar ilçesinin bir kaç km çıkışında da birazcık hatrı sayılır bir iniş var ve bu inişin sonunda da karnımızın açlığını dindiriyoruz. Tıkındığımız yerde ki tabela pek iç acıcı bir köy ismi olmasa da burada duruyoruz J


    Bu 10 km.lik iniş hemen dibimizde sanıyoruz ama akşam vaktini buluyor buraya varmamız, çünkü burası Gediz ilçesinin girişinde. Ama tamamıyla zevkini çıkaramıyorum bu inişin çünkü bagajımın çok da sabit bir hali yok. Yine de güzel bir iniş oluyor ve varıyoruz Gediz’e. Şehrin girişinde de motorsikletli bir grup görüyoruz. Biz girişte fotoğraflar çekerken onlar da bize korna çalarak selam veriyorlar.



   Bu arada aşağıda ki resimde gördüğünüz yolda çalışma var ama etrafını görmelisiniz. Ormanın içerisine piknik alanları yapmışlar ve yeşile doyuyorsunuz. Enfes doğrusu J





3 ümüzün aynı anda çıktığı nadir fotoğraflardan J


    Gediz; 20.000 nüfuslu bir ilçe. Yüksekokula sahip olan bu ilçe oldukça güzel döşenmiş yollara sahip,insanları da zor durumda kalanlara yardım edebilecek bir yapıdadır.Küçük bir ilçe olmasına rağmen araç kiralama ve katlı otoparka sahip bir ilçedir aynı zamanda. İlçede ekmek bulamayınca pideciye, içi boş pide yaptıralım diyoruz ama pideci de sadece o günün siparişi kadar hamur hazırlamış L Tam pedala basacakken, pideciden bir ses geliyor: “Dur abi, kendimiz için ekmek getirmiştik,köy ekmeği, onu verelim size. Siz misafirsiniz, yabancısınız, aç gitmeyin buradan. Daha ileride bir şey bulamayabilirsiniz.” diyor. Biz de çok teşekkür edip alıyoruz ekmekleri ve birkaç dükkan ileride ki manava geçiyoruz. Boğazım şişmeye başladığı için C vitamini gerektiğini biliyorum ve mandalina alıyoruz. Bu arada da ben biraz daha ekmek bulmak için merkeze çıkıyorum. 3 tane büyük ekmek de ben buluyorum.
   Ve Gediz’den de ayrılık vakti geliyor. Yaklaşık 10 km sonra kamp atmak için anlaşıyoruz. Gittiğimiz yöne bakınca dağın  üstünde  toplanan bulutları görüyorum ve birazcık endişe ediyorum. Bu arada Özlem bana “Bulut okuma” ile ilgili teknikleri anlatıyor. Derken, Abide kasabasına varıyoruz. Kasabanın hemen dışında bir yeri fark ediyoruz hepimiz aynı anda. Toprak yola giriyoruz ve fark ettiğimiz şeyin aslında kasaba mezarlığı olduğunu anlıyoruz J


    Ve geriye dönüp anayoldan devam ediyoruz pedallamaya. Hava kararmaya başlıyor ve biz hala kamp için uygun bir yer bulamadık. Sırada ki kasabada ki benzinlikten de Mehmet abi izin istiyor ama geri dönerken dudaklarını oynatarak (söverek) dönüyor. “Yaklaşık 5 km sonra Yenişehir Belediyesi varmış, bölge trafik varmış,oraya kamp atmak daha güvenliymiş” diyor. Ben de son 5 km yi çok sağlam bastım, hep liderlik koltuğundaydım J
   Bölge tarfiğin kapısında bizi 2 tane Alman Kurdu karşılıyor. Çok şükür bağlılar J Ama belli bir yere kadar  ilerleyebiliyorlar.Takip edip ulaşamadıkları yeri buldum ve Mehmet abiyi yolladık içeriye polis memuruyla konuşmaya. Mehmet abim durumu polislerle paylaşıyor ve hemen bitişiğinde olan stada kamp atmamız için izin veriyorlar. Biz çadırları kurarken,polis memuru da stadın görevlisini arıyor ve gelmesini istiyor.
   Bu arada polis memuru da gelip kimliklerimizi alıyor ve “5 dk’ya çay demlenmiş olur.Hem kimliklerinizi almış olursunuz,hem de çayımızı içmiş olursunuz” diyor. Polis memuru Eskişehir’liymiş. “Benim de annem Eskişehir’li ve dayım da  Bölge Trafik’ten emekli” diyorum. Çaylar içilip, sohbetler ediliyor ve biz de çadırlarımıza dönüyoruz en sonunda. Görevli “Hakem odası”nı bizim için açıyor. Burada 1 kez maç yapılmış ve o maçta da hakemi dövdükleri için saha karşılaştırmalara kapatılmış. Yaklaşık 10 dk sonra görevli geliyor,yanında bir adam ve bir kadınla. Yanında ki adam: “Ben düğün sahibiyim.Buyurun gelin,misafirim olun,evimde ağırlayayım sizi.Kına gecesi var,karnınızı doyurursunuz” diyor. (Belki de kısmetim buradaydı ama bizimkilerin yüzünden kaçtıJ) O gece çok oturamadan, hastalığın da etkisiyle çabuk yatıyorum. Gece bizimkiler duş almışlar ama ben hasta olduğum için,daha da  ilerler diye duş almıyorum. Sabah kalktığımda bizimkilerden haberi alıyorum. Düğünde 3 kez “Gangnam Style” çalmışlar ve düğünde orada ki genöler sırasıyla şarkılar söylemişler J Bu haber beni sabah sabah neşelendirmeye yetiyor.Ama bir yandan da boğazım çok kötü. Akşamdan da Özlem, ocağını çalıştıramadığından benim reşo yakıtlı ocağı yakıyoruz.(Eeee teknoloji de bir yere kadar J) Çorba yapma sırası Mehmet abimde bu sefer. Önce su ısıtıcısında suyu kaynatıyor,sonra benim ocakta işleme devam ediyor Mehmet abi. Sıcacık çorba boğazıma iyi geliyor. Sonrasında da bir yarım limon yiyorum tam oluyor. Tabi ki çorbanın yanında,dün verilen köy ekmeğini de yiyoruz J




    Toparlanıp gitmeye hazır hale geliyoruz. Stadın kapıya çıkınca Bölge Trafiğin kurtları da başlıyorlar havlamaya. Köy merkezine gidip suları da tamamlayınca devam ediyoruz yolumuza. Yine çıkışlarımız, rampalarımız bitmiyor. Dün polis memurları 2-3 tane  1km’lik yokuşlarınız var demişlerdi ama durum daha kötüydü. Birkaç saat yol aldıktan sonra araziye yayılmış bir kalabalık görüyorum ve atlara binenler var. Aklıma hemen Cirit sporu geliyor ama düşünüyorum Cirit Erzurum tarafında yapılıyor, burada işi ne J Oyun alanına yaklaşıp oyunu anlamaya çalışıyoruz ama biz anlayamadan oyun bitiyor maalesef L



     Burada da düğüne çağırıyorlar bizi ama bizimkiler yine kabul etmiyorlar.(Yine kaçtı kısmetim L) Oyun esnasında da ciritlerden birisi Mehmet abiye denk geliyor ve o da dahil olmuş oluyor oyuna J Bu arada aynı yerde olmalarına rağmen herkes tek tek ve aynı soruyu soruyor :
-Nereden geldiniz?
-Ankara’dan.
-Nereye gidiyonuz?
-Uşak.
-Abooooo
J
  
    En sonunda Özlem dayanamıyor ve “Herkes tek tek aynı şeyi mi sorcak?!” diyor J Atlarla da fotoğraf çektirdikten sonra koyuluyoruz yola. Bir süre pedalladıktan sonra karnımız acıkıyor ve bir benzinliğe giriyoruz. Bu arada Özlem'in face.ten de dediği gibi altta ki fotoda halk oyunları ekibinin bir üyesi gibi gözüktüğümü kabul ediyorum J


    Ben çikolata yiyorum, onlar da ekmek arası ve Nescafe Ice. Tam benzinlikten çıkıyoruz ki Mehmet abi duruyor kenarda,bilek ağrısı yüzünden. Bitmedi bu ağrısı,ben de merak etmeye başladım L Bana devam edin diyor ama ben duruyorum. Hem benim dikkatsizliğim hem de arkamda ki Özlem’in dikkatsizliğinden dolayı ufak bir kaza geçiriyoruz. Özlem önemli bir yerini gidon boğazına çarpıyor ve birazcık kıvranıyor. 
    Neyse ki 8-10 km sonra Manisa-Uşak yol ayrımına varıyoruz ve yolculuğun sonlarına geldiğimizi anlıyoruz. Bu yol ayrımı çok tehlikeli bir yer. Hiç ışık yok ve araçlar çok hızlı,kontrolsüz hareket ediyorlar. Her an bir kaza olacakmış gibi geliyor.



    Dikkatli bir şekilde yolun karşısına geçip Uşak yönüne ilerlemeye devam ediyoruz. Rüzgar şiddetini iyiden iyiye hissettiriyor bize. Önümüzde ki tepenin ardı Uşak herhalde diyoruz birbirimize. Yokuşun tepesine çıkınca bakıyoruz arkasında bir yokuş daha. Yokuşa gelmeden son bir kare daha çekiyorum,yorum yazıcam ya “son yokuş” diye. Nah son yokuş. Ankara-Kırıkkale yolunu bilenler Elmadağ yokuşunu bilirler,evet bu yokuşlar da aynen onun gibi,hatta biraz daha uzun. Yokuşu çıkmadan çeşme başında biraz dinlenip devam ediyoruz yola. 



   Kaç yokuş sonra bir tane tabela görüyorum. Uşak’ın nüfusu ile birlikte altında şu yazıyor: “Türkiye’nin ilk elektrik kullanan şehri”. Onun altında da ilçeler yazıyor. Tamam diyoruz,tabelayı da gördüğümüze göre ardı Uşak. 


    Yok efendim öyle de olmuyor. Birkaç yokuş da buradan geçiyoruz ve bir tabela daha. Bu sefer ki bildiğimiz resmi trafik tabelası. Bunun ardından da 4-5 yokuş çıkıyoruz ve ancak merkeze yaklaşıyoruz. Bu arada şehrin girişinde ki KYK’ya ait 4 yıldızlı yurt binasını görünce imreniyorum L



    Öncelikle otogara gidip biletleri halledelim diyoruz. Otogarın girişini bulana kadar 360° dolanıyoruz. Bisiklet aldığını bildiğimiz için gözlerimiz Kamil Koç’u arıyor ama Uşak’ta Kamil Koç yok maalesef. 2. bir seçenek olarak Pamukkale’yi biliyoruz ama orada da yer yok L Tüm yazıhanelere soruyoruz ama hiç birinde Ankara’ya yer yok. Tamam Kırıkkale’ye gidelim diyorum.Nasılsa oradan Ankara’ya geçiş kolay. Diyorum ama oraya da yer yok. Afyon yada Konya diyelim diyoruz ama onlar da full dolu L Millet patates çuvalı taşıyo anasını satiyim,bize yer kalmıyo.Ölümüne çuval doldurmuşlar bagajlara.Elini sokabileceğin yer yok bagajlarda,o halde yani. O sırada kafam çalışıyor ve tren aklıma geliyor. Acaba burada tren var mıydı? Mehmet abi Ankara TCDD’yi arıyor ve başkalarına da sorarak Uşak TCDD’yi buluyoruz. Bileti alacağız ama yükümüzün alınması kondöktöre bağlıymış.Ne kadar yükümüz varsa artık :@ Bileti aldık,zaman bol ve karnımız da aç. 


    Biz de merkeze iniyoruz ve Valilik binasının hemen karşısında ki “La Pizza”ya gidiyoruz. (İsminde meymenet yok ki) Kumpir 3,5 TL. 4 kumpir söylüyoruz,yanına da 2 ayran,1 pizza. Ödemek için kasaya gitmemle dönmem bir oluyor. Hesap: 43 TL. Meğerse malzeme başına da bize giydirmişler :@ Mehmet abim de benim kadar küfrediyor,sessizce ama içtenlikle.




    Hadi bakalım Uşak’a gelmişken “Karun’un Hazineleri”ne de gidelim deyip,müzeye gidiyoruz. Onlar müzeyi gezerken ben de merdivende oturup bisikletleri bekliyorum.Onlar çıkınca da 4 gündür üstümde olan taytı çıkarıyorum. Özlem’in dediğine göre de “O tayt artık benim k.çıma yapışmıştır,ameliyatla çıkartmak gerekirmiş” J Ama rahat çıktı J Ben de ufak bir müze turu atıyorum. 3-4 sene önce bu müzeden broş çalınmış,şu an gösterilen broş emitasyonmuş. Orijinal olanı hala bulunamamış.




                                                               Sanat abi sanat :D







    Karun demişken,zamanımız varken hadi gidelim Karun Avm’ye diyoruz. Avm’yi bulmadan önce yakınında ki parkın çevresine yapılmış olan bisiklet yolu ilgimizi çekiyor ama ben karayolundan devam ediyorum. Bu arada bizimkiler bisiklet yolunu kullanırken bir adam çıkmış karşılarına ve “Burası bisiklet yolu mu?!” demiş, Mehmet abi de “Evet burası bisiklet yolu,bakın işaretlere” deyince adam bozulup gitmiş J Bizimkiler avm’ye giriyor,ben yine bisikletleri bekliyorum. 

   

   Onlar çıkınca Özlem bankamatiğe gidiyor, Mehmet abi de merdiven başında duruyor. Yüzünde ki garip ifadelerden sonra,gülümsediğini görünce ne olduğunu soruyorum:
- Turun başından beri hiç böyle osurmamıştım
J diyor. J
   Hatta 2 aşamadan oluşan olayın ses efektini de yapınca, karnıma ağrılar giriyor gülmekten J Sonra Özlem geliyor ve ona da açıklıyoruz durumu J Olay sonrası iniyoruz merkeze ve bir kıraathane arıyoruz,uzun bir süre vakit geçirmek için. Buluyoruz ve başlıyoruz Monopoly oynamaya. Yaklaşık 3 saat süren oyunun galibi tabi ki ben oluyorum. Ben uyuklayarak oturuyorum artık ve sonunda kalkma vaktimiz geliyor.


   İstasyona kadar basıp açılıyorum, uyanıyorum adeta J
   Vardığımızda bisikletleri hemen paket yapıyoruz. Tabi ki Koroplast çöp poşetiyle J Mehmet abim işini biliyor vallaha. Güzelce paketledikten sonra, numarasız vagonun yanaşacağı yeri öğrenip yerimizi alıyoruz. Bu arada garın karşısında ki tekel bayiine gidip su alıyorum ama içerisi duman altı ve alkol alıyorlar. Aman giderseniz pek akşam gitmemeye çalışın oraya. Tren geldiğinde hemen binip yüklüyoruz eşyalarımızı. Vagondan gelen görevli kulağımın dibinde bağırarak bir şeyler söylüyor. Ben de önce normal ses tonuyla,sonra onun ses tonunda bağırarak: “Abicim niye bağırıyon,bi halt anlaşılmıyo dediğinden.Normal konuş da anlayalım” diyorum. Sonrasında o da “Bunlar burada olmaz,arka vagona alın” diyor. Tekrar yükleri indirip,arka vagona taşıyoruz. Bu sefer de  arka vagonda ki görevli hemen telsizle tren şefine şikayet edip,onu yanımıza çağırıyor. Tartışma yaşandığı sırada da Özlem basmış fırçayı şefe J Şef, Özlem’e “Sen” diye hitap edince  Özlem de “Ben sizinle siz diye konuşuyorum,siz benimle sen diye konuşamazsınız” deyip, yapıştırmış lafı J Bu tartışma anında tren kalkmadan biletin iadesi için gişeye koşuyorum. Belli ki bizi almayacak bunlar,hiç değilse paramızın bir kısmını kurtaralım. Görevli: “İade alamam,tren kalktı” diyor, ben “Daha iade hakkım var,tren burada,kalkmadı” diyorum. O hengame içinde adam razı oluyor da elden iade yapıyor bileti ve büyük kısmını kurtarıyoruz paramızın. Bu arada anasını sevmeyen tren şefinin adı: Osman Kilenci’dir.
   Eşyalarımızla beraber garın ortasında kalıyoruz. Ben garın karşı caddesinden yürümeye başlıyorum ve taksi arıyorum.Fakat taksi yok o saatte,oralarda. Devam ediyorum çare bulmak için yürümeye.Bilmediğim şehirde,bilmediğim yerde… 



   Gece 03:50’yi geçti ve ben hala yürüyorum. Bizimkilerden haber geliyor: “Polis,bizim eşyaları yükleyip otogara götürecekmiş sen de gel buraya doğru”. Aradan 5 dk geçiyor ve sığmadığı haberi geliyor. Sonrasında bir taksi gelmiş ve 2 seferde taşıyacağını söylemiş ama 40-45 TL alacakmış. Onu da yollamışlar. Başka taksici gelince, sağolsun polis memuru konuşup,pazarlık etmiş taksiciyle. 2 sefer yaptı taksici ve 25 TL aldı bizden.
   
   Terminale geldik,tek şube açık. Koridorda da gideriz diyoruz,yeter ki bizim biskletlerimizi alsınlar. Ama yok. Yer de yok, bisiklete izin de yok.Bizimkiler konuşurken perona Özkaymak firmasına ait bir otobüs yanaşıyor.Kaptan: “Hayırdır ne işiniz var burada, nereye gideceksiniz?” diye soruyor ve onunla beraber muavin de ilgileniyor bizimle.
 
   Son durağı Mersin olan otobüsün bagajları sıkıştırılıp,bizim eşyalarımıza yer açılıyor ve heybelerimiz bile sığdırılıyor. Mehmet abim hostes koltuğunda, Özlem arkada bayan yanında,ben orta merdivende yerimi alıyorum. Oh beee sonunda bi yer bulduk kendimize J Başlıyor yolculuğumuz. Tabi ki ben uyuyamıyorum. Bu arada muavinden de çay ikramı geliyor J İlk durağımız Afyonkarahisar. Kaptan ve Mehmet abi de inip otogarda yer arıyorlar. Mehmet abinin dediğine göre tüm yazıhaneleri dolaşmışlar,görüşmüşler ama bilet yokmuş. Hatta kaptan, başka şöförleri bile arayıp “Yakınımdır,yolda kalmışlar,yardımcı olun” demiş. Fakat yine yer yok. Ben de “Mehmet abi bırakın aktarma yapmayı da Konya’ya devam edelim.Ordan Ankara’ya daha fazla ulaşma şansımız,aracımız var” diyorum. O da hak veriyor bana ve tekrar biniyoruz otobüse. Bu sefer arkadan 3. Koltuğa oturuyoruz Mehmet abimle. Çoğunluk uyurken bir tane insan,insan olduğundan da şüpheli,bir salıyor ki aman yarabbim, yok böyle bir koku J İçi çürümüş,aylardır içinde bekletmiş.Lağıma girsen böyle kokmaz. Koku azalmıyor,tersine artarak devam ediyor. Sol çaprazımızda ki bayan yolcu zehirlendi neredeyse J Biz de bufflarımızı çektik gözümüze kadar ama ne fayda. Hala kıvranıyoruz. Bir yandan da gülmeyi kesemiyoruz J Buffın üstünden avucunun içini kokluyor Mehmet abim (avucunda Ben-Gay krem sürülü), iyi geliyor kokusu biraz olsun.Ben de avucunun üst tarafına yapıştırdım burnumu.(öpüşmemizi engelleyen sadece onun eli J) Ne kadar sürdü bu kriz bilmiyorum ama mahvolduk J Otobüs Konya’nın Akşehir ilçesine geldiğinde koltuğun sahipleri geliyor ve biz de eski yerlerimize geçiyoruz. 3 kişi için 100 TL ödüyoruz.  Konya’ya yaklaşık 60-65 km kala Kadınhanı  mevkiinde trafik durdu birden. Biz de indik otobüsten ve manzara hiç iç açıcı değildi  maalesef. Cenaze Hizmetleri aracı da gelmişti. Beyaz bir Doblo, şeker pancarı taşıyan traktörün römorkuna çarpmış ve Doblonun sağ tarafı,arkaya kadar yok olmuştu. Konya ve çevresinde dikkat ettik; tek römorklu traktör yok. En az 2-3 römork kullanılıyor ve polisler de bunlarla ilgili sıkı bir denetim ve uyarı yapmıyor. Traktörlerin emniyet şeridinden bile gitmesi yasakken,normal şeride çıkıyorlar ve bu manzaralara sebebiyet veriyorlar.
  
    Uykusuz geçen yolculuktan sonra nihayet Konya’ya varıyoruz. Ama burada da bilet yok. Hızlı tren aklıma gelip ulaşıyoruz tren garına ama saatler 08:15’i gösteriyor ve tren saat 08:30’ da hareket edecekmiş. 31 kişilik boş yer varmış.(Sanırım uğursuzluğun nedeni de belli oluyor J) Hemen eşyaları taksi durağına taşıyoruz. Taksici de fırsattan istifade edip, fark alacağını söylüyor. Medenmiş,ne hakla isteyebilirsin bunu diye sorduğumuzda susuyor. Bu sefer de “Ben bunları tek taksiye sığdırırım” diyor. Mehmet abi de “Tamam bunları sığdırdın tek taksiye de bizi nasıl götürcen?” dediğinde adamın cevabı trajikomik J: “Haaaa,orasını bilmiyom” Saat 08:20. Hadi kaptan bas gaza. Biraz dolandırdıktan sonra tren garının sokağına giriyoruz ama hızlı tren de ilerliyor.Kaçtı tren L Dolandırdıklarını farketsek de ses çıkarmıyoruz,onun yerine sövüyoruz sessizce :@ 67 TL fiyat da 2 taksinin toplamı tutuyor.  64 TL’yi beğenmeyip 65 TL istiyorlar.
 - Uşak-Konya: 100 TL
 - Terminal-Gar: 65 TL
   
   Bu sefer de internetten 3 tane araç kiralama şirketinin numarasını alıp arıyoruz. Teker teker ve sabırla deniyor Özlem. 1 tanesi kapalı,diğerinde araç yok,sonuncusunun da fiyatı  pahalı geliyor bize. Bir de aracı Ankara’da bıraksak, yaklaşık 500 TL’ye geliyor ki bu da çok para. Adamı  tekrar arayıp durumumuzun vehametini anlatıyor Mehmet abi. Adamın aklına bir şey geliyor ve Mehmet abiye bir şey söylüyor. Nakliye işiyle de uğraşıyorlarmış, tır boş olursa 100 TL’ye Ankara’ya bizi gönderebilirlermiş.Tamam diyoruz,anlaşıyoruz. Bu arada adamı beklerken,büfeden “Konya Sarması” alıyorum. Dışı gevrek, içi rulokat içi gibi olan bu yiyeceği çok seviyorum. Adam geliyor ama sanırım durumu tam anlayamamış ki Clio araba ile gelmiş J Eşyaların ve bisikletlerin sığması imkansız tabi ki. Adam tekrar gidip minibüsle geliyor. Bu sefer tamamdır,eşyalar sığıyor. Arabada açtığım 1 kutu gevrek, işyerine varınca bitmiş oluyor.(Yaklaşık 5-6 kmJ) Tırın yük alma işi bitene kadar etrafta geziniyoruz. Bu arada telefon geliyor ve tırın Ordu’ya yeni yoldan gideceğini öğreniyoruz.Yani Kulu’dan Kırıkkale’ye geçip,oradan Ordu’ya devam edecekmiş. Ne yapalım,mecbur kabul ediyoruz. Yeter ki Ankara’ya biraz olsun yaklaşalım.Dükkana gidiyoruz ve minibüsle sanayiye geçiyoruz. 


    Eşyaları yüklüyoruz tıra, 10 numara yağı da koyuyolar her şey hazır J Tıra ayakkabı ile binmek yasak J Ciddiyim. Zemine halıfleks döşenmiş,kapı basamağının dışında da kapı demirini uzun tutmuşlar.Buraya ayakkabını koyup,kapıyı kapattığında,ayakkabı burada kalıyor.



   Garibim Özlem kahvelerden de sonra yorgunluğu fazla olacak ki uyukluyor hemen J 




    Konya çıkışına doğru kaptan bize “Kaç kilosunuz? Kantara  girecem birazdan, 42 tondan hafif gelmem lazım” diyor. Hemen bisikletler,heybeler,bizim kilolarımızı hesapladık ve normal geliyor. Ama kantara yanaşınca kaptan riske girmiyor ve bize araçtan inip,çıkışta binmemizi söylüyor J Apar topar atlıyoruz tırdan ve yerde giyiyoruz ayakkabıları Mehmet abimle. Neyse ki tır 42 tondan hafif geliyor.(41,… ton) Yolda çay,kahve,kek derken Kulu yol ayrımına geliyoruz ve rehberlik sırası bana geçiyor. 1 hafta önce aynı yoldan Kırıkkale-Tuz Gölü turu yapmıştım çünkü. Kırıkkale’ye yaklaşınca Mehmet abi,Ankara Pab’dan  Can Çavuş’la görüşüyor ve sağolsun Can, Kırıkkale’ye arabasıyla gelip bizi alıyor ve Ankara’ya dönüş başlıyor.
    Yolda yemek molası veriyoruz.Yemek molasında Ankara’da ki 29 Ekim Kutlamalarını polisin nasıl engellediğini,neler olduğunu konuşuyoruz. Helikopterden atılan biber gazı,yaşlı bir amcanın kafasına düşmüş. Eğer erken gelebilseydik ben de büyük bir bayrak alıp tüm semtleri bisikletimle dolaşacaktım. Kısmet değilmiş artık,bir daha ki sefere. Evet turumuzun  son günü,dönüş konusu resmen p.ç oldu ama gerçekten güzel de bir tur oldu J Diğer turlarda görüşmek dileğiyle…

  Not: Bu arada sonradan öğrendiğime göre Mehmet abinin kolunda 3 yada 4 yerden kırık varmış
L