Monday, February 11, 2013

Gürkan Abiyi (Gürkan Genç) Dünya Turuna Uğurlarken


   Altınoluk’ta tatildeyken,yolda karşılayıp uğurlayacaktım Dünya turuna çıkan “Demir Atlı Adam”ı. Fakat çeşitli sebeplerden dolayı Gürkan abinin çıkışı 9 Eylül 2012 tarihine ertelenmiş.  Bununla ilgili haberleri de Murat abiden (Murat Yumrutaş) alıyorum. 8 Eylül 2012’de açıköğretim sınavım vardı ve sınav çıkışında otobüs beklerken bir bisikletli gidiyordu.Baktım bu bizim Barış,Barış Bulduk. Hemen yarın ki planı ona da anlattım. Yüksüz şekilde Gürkan abiyi uğurlayıp,Eskişehir’e basacaktık.Gece Eskişehir’e varıp,orada tüm gün gezdikten sonra otobüsle Ankara’ya dönecektik.Yüksüz gitmemizin nedeni Gürkan abiydi.Çok sağlam bastığını duymuştum.Bir yandan üstündeki 70-75 kg yükle nasıl basabilir ki diye düşünürken,bir yandan da ya basarsa ve ben yetişemezsem diye düşünüyordum. Barış’ın 9 Eylül’de de sınavı vardı ve sınav çıkışı bize yetişecekti.
   9 Eylül saat 09:00 sularında ben ve birkaç kişi meclisin önüne gelmişiz ve Gürkan abiyi bekliyoruz.Meğerse Gürkan abi de diğer mecliste bekliyormuş. Haberi alınca hemen onun yanına gittik biz de.





   Röportajlar,son muhabbetler,ailesiyle son bir kare fotoğraf… Dikkatimi çeken bir şey ; annesi güneş gözlüğünü takmış olsa da ağlamaktan ve/veya uykusuzluktan dolayı gözleri şişmişti. Yola çıkışımız maalesef saat 10:30’u buluyor.TOBB Üniversitesini geçerken klasik arabalar da kornalarını çalıp,uğurluyorlar bizi. ODTÜ’ye kadar grupla giderken ODTÜ’den sonra önden gidip fotoğraf çekmeye başlıyorum.






   Ümitköy’ü geçerken arkama bakıyorum ve grubun hızına göre ayarlıyorum kendi hızımı da.Grup hala arkamda ve ben hızımı koruyorum.Arkadan teker sesi gelince kafamı çevirmemle Gürkan abiyi görmem bir oluyor ve kendimi sağa atıyorum J Bu Gürkan abi hep böyle yav.Arkana bakıyosun yok, dakikalar yada saniyeler içinde dibinde beliriyor.Nasıl bir şeydir ben de anlayamadım valla J
   Başkent Üniversite’sini de geçtikten sonra Tay-Mek’te duruyoruz bütün grupla birlikte. Ufak bir kahvaltı ediyoruz.Bu arada yan masa kalkınca bizimkiler oturuyo masaya,Funda,Cihan,vs… Garsonlar masayı toplamadan,önceki müşterinin artık tabağına gömülüyoruz hep beraber ve tüketiyoruz.Tabakta ne yok ki ; tereyağ,kaymak,içinde arı olan bal,reçel,yeşillik,vs… J Cihan çay söylüyor ve çayı hazır,şekeri atılmış,karıştırılmış,hatta yudumlanmış olarak geliyor J Tabi ki yenileniyor çay. İyice karınlar doyduktan sonra Barış da yetişiyor bize.Artık kalkma vakti geldi,yol uzun.Son bir hatıra fotoğrafı çekiliyoruz ve pedallar dönmeye başlıyor.



   Daha ilk dakikadan aksilik : Gürkan abinin km saati çalışmıyor.Biraz uğraşılıyor ama Gürkan abi “Dünya turunda 150 km’nin hesabını yapacak değilim ya J” diyor ve devam ediyoruz. 100 m kadar ileride ki köprüden dönüyor Ankara grubunun çoğunluğu.Yaklaşık 7-8 kişi devam ediyoruz.Bu arada meclisten bu yana 2 tane Fransız bisikletçi de bizlerle.Gürkan abi ile beraber yurt dışında da pedallayacaklarmış.Ve 2. Aksilik olarak da Ömer’in (Ömer Kovan) lastiği patlıyor. Benzinlikte birkaç dakika duruyoruz ama Gürkan abinin canı sıkılıyor bu aksiliğe de.Bu arada Barış basmış ve bir süre kamyon/tırın arkasında rüzgarsız bir biçimde devam etmiş yoluna. Arayıp yavaşlamasını söylüyorum.
   Bizimle devam eden grup da Temelli’ye yaklaşık 8 km kala Ankara’ya dönüş yoluna giriyor ve 5 kişi kalıyoruz.Temelli çıkışında 06 plakalı çakal kasa bir Bmw korna çalarak geçiyor  ve biraz önümüzde duruyor.Ankara’dan Temelli’ye kadar gelmiş adam,Gürkan abiyi uğurlamak için.



   Biraz daha devam ediyoruz yola,arkamıza bakıyoruz Gürkan abi yok.Bekliyoruz ama hala yok. Gürkan abinin gecikme nedenini gelince kendisinden dinliyoruz. Yolda bir araba yine önüne geçip duruyor.Arabanın içinde ki aile tatilden dönüyormuş ve  internetten bakıp Gürkan abinin yerini bulmuşlar ve konuşmuşlar.Peşi sıra da destekler,başarı dilekleri… Temelli’yi de geçtikten sonra Hakan abi ve yanında ki arkadaşımız ayrılıyorlar.Hakan abi ve Gürkan abi ayrılma noktasında bizi uyarıyorlar “Gece yol almayın,bu güzergahın yolları iyi değil,kalın bir yerde” diye ama kafaya koymuşuz bir kere ya Eskişehir’e gideceğiz. Hakan abi ve diğer arkadaşı da uğurladıktan sonra kalıyoruz 3 kişi. Gürkan abi,ben ve Barış.Yolumuza devam ediyoruz ve geçen sene Ankara-Eskişehir turunda ilk günün sonunda çadır attığım benzinlikte duruyoruz.Orada Gürkan abinin yaptığı karışım ilgimi çekiyor ve aynısını uyguluyorum.Efenim malzemeler basit : Beypazarı limonlu soda ve su.
- Limon: C vitamini
- Soda: Mineral deposu
- Su: Temel ihtiyaç
   Yani gayet mantıklı bir karışım.



   He bir de 4-5 badem verdi Gürkan abi.Bir de ekleyip “Bu 4-5 badem seni Eskişehir’e kadar götürür” dedi. “Abi neden daha fazla almayalım?” dediğimde cevap gecikmiyor “Vücudunun ihtiyacı 4-5 tane bademdir Sinan,fazlasını vücut dışarı atar.” diyor.Orada bir hatıra fotoğrafı çekildikten sonra pedallamaya devam ediyoruz.
  Beni asıl korkutan yokuş Sakarya Topçu Kışlası’nın önünden başlayan ve 3-4 km devam eden yokuştu.Bu arada Gürkan abi yavaşlayıp,geriledi.Hem de yokuş aşağı inerken.Biz bastık ve yokuş sonunda ki tabela önünde fotoğraf çekmek için durduk.Fotoğrafı çekip arkamıza baktık ki adam yetişmiş bize. 




   Uzunca ve zaman zaman da işkence gibi geçen yolların ardından  140 km sonunda Sivrihisar’a varıyoruz.Öncü olarak ben TŞOF’a (Türkiye Şöförler Odası Federasyonu) giriyorum ve onların da gelmesi 2-3 dakikayı buluyor.Oturuyoruz akşam yemeğine. Fiyatlar tabi ki bize biraz tuzlu geliyor.Ben 12 TL ile kurtulurken, Barış 24 TL ile kazığın alasını yiyor. Bir de zeki insan,banka kartı dururken nakit parasını vermiş. Yemek bitişi son bir kare fotoğraf çekiliyoruz. İkinci bir kare fotoğraf belki de 7 sene sonra çekilebilecek. O an hüzünle doluyor içim. Ayrılığın hüznü ayrıdır, karşında ki kim olursa olsun. Ben o gün Gürkan abiden sadece yol ve beslenme şekli öğrenmedim, ben o gün Gürkan abiden kişilik de karşında ki insana davranışının nasıl olması gerektiğini de öğrendim.Teşekkürler Gürkan abicim...

   Ankara’ya dönüş vakti geliyor.Yoldayken de haber almıştık, burada bir ekip Gürkan abiyi ve bizi karşılayacaktı ama ortalarda kimsecikler yok hala. Ben de dönüş parası var ama Barış’ta yok. Barış “Her yerde İş Bankası vardır” diyor ama benim ona cevabım “Ulen 10 bin nüfuslu ilçede olmayabilir” oluyor. Nihayetinde de olmadığını öğreniyoruz.
  
   Sivrihisar ilçesi dağın yamacına kurulu olduğu için, şehir merkezine gitmek için de eğimi tırmanmak durumundayız. Bu arada Barış 2 bisikletlinin aşağıya doğru gittiğini söyledi ama ben göremedim,zaten dönüp bakmak için de vaktimiz yoktu. Bir yandan bankamatik, bir yandan internet kafe arıyoruz. Teknoloji ve Barış’ın kardeşi sağolsun işlem hallediliyor. Ve Barış’ın da artık nakit parası oluyor. Akşam hava karardığı için ve saat de 20:30’u geçtiğinden anayoldan bile zor otobüs geçtiğini biliyorum. Bu yüzden acele etmesini söylüyorum Barış’a. Ama Beyzade’m hala kız misali yavaş,yavaş,yavaş… Yoldan tek tük geçen otobüslerin her birine el hareketi ile (yanlış anlaşılmasın, durma işareti yapıyoruz J) durmalarını söylüyoruz,ama kimsenin durduğu yok. Otobüslerin girdiği dinlenme tesisine gidiyoruz. İlk firmanın bagajları tıka basa dolu ve Erzincan’a gidiyor. 2. firma ise Afyon’da bulunan Öz Dila Termal Tesis’ine ait otobüs. Kişi başı 10 TL ödeyip, canımız olan bisikletlerimizi de bagaja yüklüyoruz. Bagaj boş. Artık Ankara’ya kadar dinlenme vakti. Tabi canım sen öyle sanmaya devam et. Bir ben bir şey söylüyorum,bir Barış bir şey söylüyor. Bir de bir eleman eklendi muhabbete.Tabi ki devremülk satmaya çalışıyor J Bizim saf da hemen adres,telefonunu verdi J
   Akköprü’ye geldik ve iniş zamanı geldi. Bisikletleri indirdik ve arkadan birisi “Gençler size Kızılay mı sponsor?” dedi. (Çünkü üstümüzde Kızılay’a kan verdiğimiz zaman, bize Kızılay’ın verdiği reflektörlü yelek vardı). “Gençler ben sponsor olayım size” deyince Hüseyin abi, ben de “Zor o işler abicim. Turda bir aksilik çıkar da dönülmek zorunda kalınır, o zaman sizin zararınızı karşılamak durumunda kalırız, o kadar da zengin değiliz zaten J Sözleşme falan da olunca uzun ve zahmetli bir iştir o” diyorum. O da “Yok ben sözleşme falan yapmayacağım. Eşya yada nakit olarak destek vereceğim” diyor. Bu da bizim kafamıza yatıyor ve saniyeler içinde düşünüp kartıvizitini alıyoruz.(Kendisi bazı kişi ve kuruluşların basın danışmanıdır). Ve mutluluk içinde oradan ayrılıyoruz.
   İşte bu şanstır. Hem de büyük bir şanstır. Bu da Gürkan abinin uğurudur. 7 yıl boyunca görüşemeyeceğimiz  için yaptığı son bir kıyaktır J
   Gürkan abicim şunu bilmelisin ki seni daha ilk günden özledi, hala da özlüyorum. Sanırım seni daha fazla tanımamam hem şans hem de şanssızlık. Tanısam daha fazla özlerdim ve hüzünlenirdim. İyi pedallar… Yolun daima açık olsun. 7 yıl sonra görüşmek dileğiyle J

Not: Eskişehir’e neden mi gidemedik ? Hakan abi ve Gürkan abinin uyarıları, Barış’ın kararsızlığı ve evimde çıkan kombi ile alakalı ciddi bir sıkıntıdan dolayı. Ama baharda tekrar deneyebiliriz J









Bakir Yollardan Tuz Gölü

   13-14 Ekim 2012 tarihlerinde yapılacak olan turumuzu çeşitli sabeplerden dolayı (Bir arkadaşımın babası kalp geçirdi,birkaç kişi vazgeçti,ben de tek kalınca ve hava da soğuk olunca vazgeçtim) iptal ettik ve 20-21 Ekim’de yapmayı kararlaştırdık. Talha’nın (M.Talha Alper) ve benim tekerlerimizin akort ayarları yoktu ve yapılması gerekliydi, bu şekilde yola çıkılamazdı. Bisikletçiyi aradım ama dükkan kapalıydı. Adam söve söve geldi ve tekerleri aldı. Kendi ellerimizle teslim ettik tekerleri,jantaları ile birlikte. 1 gün sonra akşam arıyoruz adamın telini ama telefon kapalı. 1 gün boyunca aramaya devam ediyoruz ve sonunda ulaşıyoruz.(Ulaşana kadar ne düşündük neler çektik bilemezsiniz J Benimkiler neyse de Talha’nın jantlar diskli ve henüz taksidi bitmemiş jant takımıydı J 2. Gün adama ulaşıyoruz fakat dediği zamanda, dediği yerde olamıyor kendisi. Bir daha sövdürüyor kendine. Ve sonunda jant setini ve tekerleri sağ salim alıyoruz adamdan. Yerine takıyoruz ve her şey hazır. Hmm tabi tek eksik var o da Çağrı (Çağrı Yıldırım) J





Onun gelmesini bekliyoruz ve alıyoruz onu yoldan. Öncelikle karnımızı doyurmamız gerekiyor. Tabi ki bunun için adres Fatih abinin tavuk ızgarası oluyor J Bu konuda işini bilen birisidir Fatih abi. (Kısaca adresi vermekte yarar var : Yurt-Kur Caddesi Analiz Playstation Yenişehir/Yahşihan/KIRIKKALE). Tam onu hallettik derken ilk sıkıntı Çağrı’dan geliyor, lastik gümlemiş. Ben onları bırakmak durumunda kalıyorum çünkü derse yetişmem gerekiyor. Ve uzun bekleyişimin sonunda akşam dersim 21:00 gibi bitiyor. Hemen kendimi dışarı atıyorum ve son kez kontrolleri yapıp yola atıyoruz kendimizi.


 Tabi ki yola ilk çıkışımızda lokumla dolduruyoruz cebimizi ki kan şekerlerimiz düşmesin J


   Bahşili girişinde ki kerestecilerin orada köpekler olduğu için biraz daha ilerisinde ki yolda girelim diyorum ama yolu bilmiyorum,şu ünlü yer-yön bulma yeteneğimle doğru yolu bulup Bahşişi’ye giriyoruz. Bahşili’den Hacılar’a kadar olan yolda ışık yok ve biraz heyecanla, pardon oldukça heyecanla ve bir o kadar da içimizin ürpermesiyle yol alıyoruz. Hacılar’da düğün var ama bu bizi enterese etmiyor, zaten bizim de geçtiğimizin farkına varmıyorlar J Yola devam ederken Hacılar Cezaevi’nin önünden başlayan mıcır atılmış ve tamamlanmamış olan yol neredeyse Karaahmetli kasabasına kadar varıyor. Cezaevinin yokuşunu iniyoruz ve telefonum çalıyor. Bu kez arayan annem değil, Çağrı’nın babası. Kendisine ulaşamayınca beni aramış mecburen. Çağrı da babasına onu merak etmemesi gerektiğini ve benim yolu bildiğimi söylüyor. (Tabi ki burası birazcık pembe yalan oluyor JKaraahmetli Kasabası’na vardığımızda bu tur boyunca devam edecek olan köpek havlamaları ve kurt ulumaları ile karşılanıyoruz J Yol 3’e ayrılıyor. Sağa; dağların arasına, sola; kasabanın içine, Düz; tepenin ardına. Yine iç güdülerime güvenmek zorundaydım ve düz gitmeyi seçtim,haklı da çıktım J Bozuk ve mıcırlı yoldan devam ettik. Yolda tek bir ışık huzmesi yok,gökyüzü alabildiğince yıldızlarla dolu ve mükemmel bir görüntü eşliğinde yolumuz devam ediyor. Karakeçili’ye geldiğimizde yolu bulmak için yol ayrımında ki benzinliğe yol soruyoruz.





   Karaahmetli kasabasını çıkarken havlama sesi geliyor ama korkmaya gerek yok,ses sabit yerden gerekiyor demek ki bağlı diyoruz. Başka bir havlama sesi geliyor ki bundan biraz tırsmak lazım çünkü ses hareket ediyor J Her yer karanlık ama sesin sana yaklaştığını duyuyosun,bunun duygusu da çok ayrı oldu bizim için. Ben durup inelim diyorum ama Talha kendinden emin bir şekilde “Yavaşça devam edelim,bölgesini geçelim,havlamaz” diyor. Onun dediği gibi yapıyoruz ve bir süre sonra köpek, sesini diğer araçlara yöneltiyor. Uzun bir çıkış oldu. Al sana bir yol ayrımı daha J Düz; fabrika, Sağa; Bala yolu, Sol; belirsiz. Belirsiz olan yolu tercih ediyoruz çünkü haritada bu yöne doğru bir yol gözüküyor. Pek de mantıklı bir tercih yöntemi olmasa da grup bana uyuyor J 4-5 km ilerledikten sonra duruyoruz ve biraz dinleniyoruz. Çağrı ışığı eline almış garip garip hareketler ve danslar yaparken video çekmeyi de ihmal etmiyoruz J



   Bu arada bir araba bize doğru gelirken yavaşlıyor ve duruyor. 2-3 dk bekledikten sonra da geriye doğru gidiyor ve başka yola sapıyor.(Muhtemelen bu bizim Çağrı’yı polis sandığı için yolunu değiştiriyor). Yolumuza devam ederken aslın karanlık olması yokuşları görmememiz bütük avantaj. Yokuşun eğiminin çokluğunu ve uzunluğunu görmediğiniz zaman herhangi bir moral bozukluğunuz da olmuyor J  Ama bacaklar da nedense  yoruluyor. Dinleniyoruz fazlasıyla ama dinlendiğimiz yerler de pek tekin yerler değil, korkutuyor bizi. Sağımız alabildiğine tarla ve karanlık, Solumuz da aynı. Yoldan zaten,abartısız, 30 dk’da bir araç geçiyor. Oldukça sıkıntılı bir yol. Bir ara yaklaşık 150-200m ötemizde bir uluma sesi duyuyoruz ve bir yerlerimiz terliyor. Bu ses ile ödümüz b.kumuza karışıyor açıkçası J  Yol kenarında ki çakıl taşlarını ceplerimize dolduruyoruz (ne işe yarayacaksa J) ve yolumuza devam ediyoruz. Neyse ki bir daha duymuyoruz bu uluma seslerini.
   Artık pedallaya pedallaya saati 02:00 yaptık ve durmanın vakti geldi çünkü Kulu yol ayrımı hiç görünmüyor. Kamp yeri için alan arasak da sonunda buluyoruz. Yol kenarı alçakta kalıyor, biz de solumuzda ki tepeyi tercih ediyoruz. Üstü tarla olsa da kuruyoruz hemen Çağrı’nın çadırını. Tek çadır bizi idare eder nasılsa.Ben üşenip uyku tulumumu çıkarmıyorum yerinden. Ki bu bana pahalıya patlıyor. Her araç geçişinde fenerlerimizi kapatıp eğiliyoruz,fark edilmemeye çalışıyoruz. Bunu neden yapıyoruz şu an bile bilemiyorumJ Çadırın içinde defalarca üşüyerek,titreyerek uyanıyorum. Kardeşim Çağrı üzerime bir şeyler örtüyor ama çaresi yok yine uyanıyorum. Sonra aklıma flimler geliyor. Hani şu uyuduğu için ölen tipler. Bundan korkuma uyuyamıyorum da L O gece gerçekten donmaktan çok korktum.







   Sonunda sabah oluyor ve gün ışımaya başlıyor. Biz toparlanırken Talha da saçlarını tarakla düzeltiyor J  Yola çıkmadan da 1-2 hatıra fotoğrafı çekilmeyi ihmal etmiyoruz. Hedefimiz Kulu, hatta Tuz Gölü. Yokuşalr ve virajlar bitmiyor,iyi ki de dün gece durup yatmışız yoksa yol ayrımına ulaşmamıza imkan yok. Son yokuşlara yakın artık bir kamyon arkamızdan geliyor ve dikkatli bir şekilde ona tutunup çıkıyoruz. Çağrı zaten yokuşun tepesine varmak üzereydi o yüzden biz de “kamyonculuk” yaptık J Yokuş aşşağı inerken Çağrı’nın yalnız kalmaması için kamyonu bırakıyorum ve Çağrı ile yola devam ediyorum. Talha hala kamyona takılı devam ediyor yoluna J 2-3 km sonra Talha geri geliyor.Önce anlam veremiyoruz,sonra eşyalarını bırakıp bizim ağırlığımızı almaya geldiğini anlıyoruz J Gerek yok hafiflemek için durmaya deyip yola devam ediyoruz. 







    Ankara-Konya yolunu görüyoruz te ileriden ve o gazla vitesi 18 yapıp yükleniyoruz pedala. Bu arada Talha biraz arkada kalıyor ama nasıl olsa tabelada duracağız. En deli fotoğraflar burada çekiliyor tabiki J














   Yemek yemek için benzinliğe girmek yerine Kulu’ya gitmeyi tercih ediyoruz,Talha hariç tabi ki. Buradan Kulu’ya kadar artık yol düz ve kaymak gibi.Bu kadar eziyet gibi olan yoldan sonra mükemmel bir hediye oldu bu yol bize J 12 km çabuk geçiyor ve hemen dalıyoruz öğrenci marketi olan BİM’e J Herkes kendi alacağını aldıktan sonra adam gibi bir yemeği hakettiğimizi düşünüyoruz ve hemen yemek seçimine giriyoruz. Yolda da aklıma gelen yemeği söylüyorum ve bizimkilerin de aklına yatıyor. Piliç Çevirme J Hmmm sosu bol,iyi kızarmış piliçler.Hemen giriyoruz satan bir yere ama adamın masası yok. Tavuk kolilerini üst üste koyup masa yapıyor bize ve piliçlerle beraber sos yaptığı tuzu da masaya koyuyor. Elma suyu da iyi gidiyor yanında J




   Çabuk bir şekilde tüketiyoruz piliçleri ve kalkıyoruz oradan da. Mideler şimdi doydu işte. Bu arada muhabbet ediyoruz ve tüylerimizi diken diken eden bir haber alıyoruz. 1 hafta öncesinde,bu geldiğimiz servis yolunda uyuz canavar (Canavar diye bu çevrede kurda diyorlar) yaşlı bir kadını sabaha karşı parçalamış.O an iyi ki 1 hafta ertelediğimi düşünüyorum bu turu,ucuz kurtulmuşuz vallaha. Dükkan sahibinden bir öneri geliyor: “Tuz Gölü’nün üstünden Şereflikoçhisar’a yol var,oradan gidip geri dönmeyin. Oradan Ankara otobüsü var. Kulu’dan geçenler Konya’dan kalkıyor,bagajı yetmeyebilir size” diyor ve gayet mantıklı bir öneri oluyor bu bizim için J Yola devam ederken Kulu çıkışında su bulamıyoruz. Biraz ileride illaki vardır diyoruz ve pedallıyoruz. Bu arada 2 beyaz yavru köpek bizi kovalamaya başlıyor ama kısa sürüyor. Köpeklerin kendilerine halleri yok,sesleri zor çıkıyor ve tahminen 2-3 aylık veletler J Sevmek için durduğumuzda kaçıyor ikisi de.
   Haritaya baktığım zaman Tuzyaka, Tuz Gölü’nün dibindeydi. Ama gerçekte öyle değilmiş L Tuzyaka’yı zaten zar zor bulduk. Tuzyaka ilginç bir yer. Bütün evler müstakil ve yüksek duvarlı,zaten bu çevre hep böyleymiş bunu gördük. Duvarların da üstünden tel örgü geçiyor. Bu bana fazlasıyla garip geliyor ama sonrasında canavarlar aklıma gelince mantıklı geliyor. Asfalt döşeli yollar, arnavut kaldırımlar, güzelim müstakil evler… 






 Tuzyaka’da bakkal bulup  sularımızı tamamlıyoruz ve yola devam. Tuzyaka’yı geçtikten sonra uzunca bir yolda devam ediyoruz pedallamaya,yolumuz bitecek gibi gözükmüyor. Bu yüzden bize doğru yaklaşan kamyoneti durduruyorum ve “abi kasaya takılsak da biraz öyle gitsek?” diyorum. O da “Biraz hızlı gideceğim ama siz bilirsiniz” diyor. Adam hakikaten hızlı gidiyor. Sağa biraz fazla yanaşıyor,Çağrı bağırarak uyarıyor ve adamı yönlendiriyor. Hızımız 80 km’yi geçince bırakalım diyor Çağrı ve ben de Talha’ya bağırıp haber ediyorum. Çünkü bu hız ve rüzgarda seslerimizin duyulması imkansız J Önce ben bırakıyorum sonra Talha ve Çağrı. Biraz ilerliyoruz ki Çağrı sağa çekiyor demir atını. Bize ilerlememizi söylüyor fakat böyle bir yerde kimseyi arkamda bırakmam! Durduğumuzda durumu anlıyorum. Meğerse bizim Çağrı bu atraksiyona dayanamamış ve kusmuş yolun kenarına J

                                   




   Bozan Köyü tabelasını takip edip Tuzyaka’ya ulaşacağımızı öğreniyoruz ve o tabelayı takibe başlıyoruz hemen. Bozan Köyü’ne güzel bir inişle beraber Tuz Gölü o güzelliğini gösteriyor bize. O ooo yanlış yön,tekrar geri dönüp çocuklara soruyoruz tabi. Çocuklar her zaman ki gibi şaşkınlık içinde. Yolu tarif ediyorlar ve uyarıyorlar: “Abi yollar çok kötü, tekeriniz patlar”. Olsun değişiriz diyoruz,yine şaşırıyor çocuklar.
   Böyle durumlarda hep sahip olduğum imkanlar ve diğerlerinin sahip olamadığı imkanlar gelir aklıma. Bisiklete bir şey olsa hemen yanımızdakilerle hallederiz. Oysa orada ki çocukların öyle mi? Para yok,malzeme yok, yokluk var sadece L
   Yola devam ediyoruz fakat yol tamamen toprak ve yokuş var. Bir  türlü Tuz Gölü’ne varamıyoruz ve Çağrı’nın sinir kat sayısı artıyor. Nasıl araştırmadan yola çıkarsın,İnsan bi araştırır,vs… söylenip bağırıp duruyor. Gülmekten başka çarem yok olan bu b.ktan duruma J









   Sonunda Tuz Gölü üzerinde ki yolu görüyoruz ve o yolun üstünden ilerlemeye devam ediyoruz. Evet evet yanlış duymadınız,gölün üstüne yol yapılmış ve biz o  yoldan ilerliyoruz J Yol 2 kamyon genişliğinde olup, göl sularının olduğu 2 tarafa da kayalıklarla set yapmışlar. 10-15 dk  ilerledikten sonra Talha’yı gölün üstünde görüyoruz ve biz de hemen onun yanına gidiyoruz. Gün batmadan çadır kurup, tuzun üstünde yürüyoruz. Ben belki de bir daha gelemem diyip çıplak ayakla tuzun üstünde pedallıyorum. Çağrı ve Talha Şereflikoçhisar’ı yakın gibi görüp su almak için gitmek istiyorlar ama benim hoşuma gitmiyor bu durum. Çünkü bilmediğimiz yer ve grup bölünüyor bu da hiç iyi bir şey değil. Çağrı çıkıyor yola ama 10 dk sonra geri geliyor. “Meğerse göründüğü kadar yakın değilmiş orası” diyor J Akşam yemeği için Çağrı, öğeden kalan tavuktan yiyor. Ben ocağı yakıp marketten aldığım Barbunya konservesini açıp içine 1 adet bulyon katıyorum. Bunu iyice kaynattıktan sonra yiyorum. Talha ise abur cuburlarla geçiştiriyor. Gün batımında da birkaç fotoğraf çekiyoruz ve çadırlarımıza çekiliyoruz. Artık yatma vakti.






















Tuz Gölü üstünde ki videoyu da eklemeyi unutmayalım :)


                                       

   Gece rüzgarın sesiyle uyanıyoruz. Çağrı ve ben iyice giyinip dışarı çıkıyoruz. Talha da yardım ediyor bize. O sıcacık çadırından çıkıp bize yardım etmesi beni mutlu ediyor. Sağlamlaştırsak da çadırın içinde sağ tarfatan (rüzgarın geldiği yön) çadır içeriye,Çağrı’nın ve benim üstüme eğiliyor. Biz olmasak uçacak çadır. Sesi bile çok ürkütücü. Rüzgardan  başka hiçbir ses yok,daha doğrusu duymanıza imkan yok. Sabah olunca biraz daha azalıyor rüzgar. Gün doğumu fotoğraflarını da çekmeyi ihmal etmiyoruz tabi ki J Çadırları toplarken de rüzgarın etkisini iyiden iyiye hissediyoruz.


                                       

   Toparlanıp çıkıyoruz o bölgeden ve göl üzerinde ki toprak yoldan Şereflikoçhisar’a ilerliyoruz. 15 dk sonra ancak tuzların biriktirilip işlendiği bölgeye geliyoruz. Maalesef direk devam etme şansımız yok, çevresinden dolanıyoruz. Artık Şereflikoçhisar karşımızda ki dağın eteklerinde. Biraz sis olsa da görünüyor ilçe. Bunu gördüğümüze seviniyoruz ama rüzgar her zaman ki gibi bize düşman L Bu yüzden ortalama hızımız 5-8 km arasında değişiyor. Ve bu da ilçeye çok uzun zamanda varmamıza neden oluyor. İlçeye vardığımızda öncelikle su almak oluyor çünkü dünden de kalan suyumuz tükendi. Suları depoladıktan sonra hemen otogarı buluyoruz. Firmamız: Tuz Gölü Seyahat. Hiç nazlanmadan,tartışmadan ve ekstra ücret istemeden bisikletlerimizi bagajlara alıyorlar. Hatta muavin fazlasıyla yardım ediyor bagajlarımız için J 1 hafta önce de 7-8 bisiklet ve bisikletçiyi Ankara’dan buraya getirmiş. Tecrübeli yani. Otobüs kalkmadan yemek yemeliydik ve otogarda ki lokantayı tercih ettik. Mercimek çorba hepimize iyi geldi. Sonra ekmek arası tavuk döner söyledik. Ama ilginçtir, limonla beraber getirdiler. Buralarda usul böyle herhalde dedik ve limonu sıkıp yedik dönerleri. Tadı,lezzeti mükemmel olmuştu. Artık tavuk döneri böyle yiyeceğim. Bu da bana Tuz Gölü turundan hatıra kalsın J









   Otobüsle dönerken farkediyoruz ; milletin buraya gelip de Tuz Gölü’ne girdiği asıl alan Ankara-Şereflikoçhisar yolu üzerinde ki bir yermiş J


   Bir kez daha sevindim bu tur için. Çünkü; en bakir yollardan geçip, belki de kimsenin görmediği yerleri görüp tamamlamıştık bu turu J Ve kabataslak gidilen yolun rotası.Diğer turlarda görüşmek dileğiyle...