Geldiğimiz gün de Musa Dağı’na hayran kalmıştım. Buraya tırmanmayı kafama takmıştım.
Tuğrul
sağ olsun beni Olympos yakınlarına kadar bisikletiyle bırakmıştı. Daha doğrusu
onu arkamda taşımıştım. Bir de ufak bir sıkıntı yaşayıp, karnımıza ağrılar
girene kadar gülmüştük J Heybetli
bir dağ idi Musa Dağı ve treeking yolu da varmış burada. Kafaya takmıştım
buraya tırmanmaya ve öğlen vaktinde de tırmanmaya başladım. Yalnız kısıtlı
zamanım vardı çünkü akşam Yanartaş’a gidecektik. Buraya tırmanmak için
öncelikle Olympos Antik Kenti’ne girip, Olympos kapısından çıkış yapıp, solda
ki dere yatağına girip çıkıyoruz. Neyse ki kuru zemin de ayaklar ıslanmıyor.
Tırmanmaya başlıyorum ve arkamdan gelen kişiyle tanışıyorum. Yusuf (Çivici).
Kendisi sanırım İngilizce öğretmenliğinden mezundu ama burada turizm firmasında
çalışıyordu. Öğlen arasında da 2 saatlik bir vakit veriyorlarmış. O da buraya
tırmanmaya harcamış vaktini. Elinde de profesyonel makine olunca daha da bir
zevk alır insan bu tırmanıştan. Yol dediysek rahat bir yol beklemeyin. Issız,
sessiz, keçi yolu gibi yol denk geliyor önünüze. Bir yandan fotoğraf çekiyor,
bir yandan ilerliyoruz Yusuf’la. Bir süre sonra kendisi geri dönmek zorunda
kalıyor ve ben tek başıma devam ediyorum yolda. 1-2 kere yanlış yola sapıyorum
ama çabuk anlayıp düzgün yolu buluyorum. Sürekli gölgeden ilerliyorsunuz çünkü
her yer ağaçlar ve sarmaşıklarla dolu. Nasıl böyle bir yola girdim ve hala
ilerleyebildim bugün bile aklıma geldikçe şaşıyorum. Bir hayvan yada insan
karşına çıksa ve sana zarar verse, senin cesedini bulmalarına imkan yok. Öyle
bir yerdi. Yaklaşık 2 saat tırmandıktan sonra oldukça tepeye ulaşmıştım ama
yine de Olympos yada deniz görünmüyordu. Muhtemelen deniz görünmesi için daha
da çok tırmanmak gerekliydi. Bu yol aynı zamanda Adrasan Koyu’na kadar
ilerliyormuş. Vardığım noktada ağaçlar yarıdan kırılıp oldukları yerlere düşmüş
haldeydiler ve hepsi de siyah, yanmış durumdaydılar. Birkaç sene önce yangın
çıkmış burada ve küçük de olsa belli bir alan yanmıştı. Şimdi bu tırmanış sırasındaki fotoğrafları sunuyorum sizlere...
Küçük dostumuzu farkettiniz mi ? :-)
Vakit az
olduğundan dolayı dönüp inişe geçiyorum. Vaktinden önce kamp alanımıza
varıyorum. Bu arada bizimkiler alacaklarını almışlar. Yanartaş’a doğru yürümeye
başlıyoruz ve bu aradan bir pickup ilerimizde duruyor. Biz de hemen gidip
atlıyoruz kasaya. Bizi alan kişi Anna. Kendisi Alman ama birkaç yıldır burada
yaşıyormuş. Çat pat Türkçe konuşuyor ve deli gibi araba kullanıyor J Tozu dumana katıp, virajlardan neredeyse yanlama
yapacak gibi dönüyor. Yanartaş’a vardığımızda o geriye dönüyor. Meğerse sırf
bizi bırakmak için bu yöne gelmiş. Yanartaş’a giriş ücreti 5 TL. Bu ücreti
verdikten sonra uzun uzun tırmanıyorsunuz. Genişçe merdiven basamağı gibi olan
yol, antik yıllardan kalma. Yanartaş’ların girişinde de yıkık halde bir kilise
yer alıyor. Yanartaş’ı aslında çok anlatmaya gerek yok J Yani bildiğin oyuk oyuk olan yerlerde ateş çıkıyor.
Henüz nedeni tam olarak bilinemese de bir çeşit gaz ile oksijenin tepkimesiyle
ortaya alev çıktığı düşünülüyor. Tabi ki bir de Tanrılarla anlatılan, işin
efsane tarafı var her zaman her yerde olduğu gibi J Orasına hiç girmeyeceğim.Gün batımındaki güneş ışınları ilgimi çekmeye yetiyor...
Çok efkarlısın be kanka :-)
Yanartaş'ın efsanevi hikayesi...
Kuruluyoruz
bir ateşin başına ve başlıyoruz sucukları ateşte pişirmeye J Bizim yaptığımızı yapan bir Allah’ın kulu yok.
Menümüz: Sucuk- ekmek, Ayran, Şaraptan oluşuyor. Bu kadar tırmanıştan sonra da
yemek ziyafeti iyi geldi hani J Etraftaki en yakın aydınlık, Çıralı olduğu için ve
burası da epeyce ileride olduğu için yıldızlar çok parlak ve güzel gözüküyordu
buradan. Hem ısındık hem karnımız doydu hiç bitmeyen ateşle. Burada da zaman geçirdikten sonra dönüş vakti
geliyor artık. Elimde ki fenerle hem kendi yolumu aydınlatıyorum hem de
çevremdeki kişilerin yolunu aydınlatıyorum. Buradan dönüşümüzde de etraf
karanlık olup, yolda da tabela olmayınca yollarda yaptığım gibi duyularımla
hareket etmeye devam ediyoruz J Neyse ki doğrul yoldan ilerleyip kamp alanımıza
varıyoruz. Akşam yemeğinin ardından fazla oturmadan yatıyoruz. Sanırım bugün
birazcık yorulmuşuz hepimiz J
13. GÜN
Bu kampın
Kahvaltılarını sevdim J Eğer
imkan bulursam bir tabağa tereyağını ve balı harç gibi yapıp karıştırıyorum. Bu,
bütün güne yetecek kadar enerji veriyor insana. Bugün de ekip olarak boş durmayacağız ve
Adrasan Koyu’na gideceğiz. Tabi buraya gitmek için 2 yol var: İlki, kısası ve
bizim kullandığımız; Çıralı sahilinden devam edip, Olympos Antik Kenti’nden
geçilip gidilen yol. Diğeri ise; Çıralı’dan Kemer yoluna çıkıp, Olympos
ayrımından tekrar Olympos’a sapıp gideceğiniz yol. Antik Kent’te buz gibi suya
girip serinliyoruz ve o şekilde devam ediyoruz yolumuza J
Buralarda
pedallamanın en güzel yanı da sürekli yeşillik görmeniz. Yeşillik olan yolun
sonunda da vardığınız yer çok güzel bir sahil ve deniz. Burası da Çıralı gibi
geniş bir sahile sahip. Arada araç yolu, arkasında da yemek için küçük
işletmeler mevcut. Bir süre buradaki bir işletmede dinleniyoruz. Bizimkiler
denize gidince ben de gözleme sipariş ediyorum ama 45 dakikada gelen gözlemeyi
sinirli bir halde, tatsız tuzsuz şekilde zevk alamadan yiyorum L Burada sanırım 5 dakika denize giriyorum ve kendimi
kurumaya alıyorum J
Bizimkiler de işin eğlencesindeler J
Adrasan Koyu; Musa Dağı'nın arka tarafı oluyor. Yani Kumluca'dan Antalya yönüne doğru sırasıyla; Adrasan Koyu, Olympos Koyu, Çıralı Koyu geliyor.
Hava
kararmadan dönüş vaktimiz geliyor. Akşam Yeliz, ben, Çağrı ve Ayşe teyzem efkar
dağıtıyoruz kumsalda. Geceleri çok güzel ve sessiz oluyor burası. Tam çadırlara
dönecekken teyzemle beni uğraştırıyor Çağrı Bey. Laf dinlemez bir halde
kendisi. Laf anlatamayınca da biz çadırlarımıza dönüyoruz teyzemle.
14. GÜN
Burada ki
son gecemizi de geçirdik ve kahvaltı sonrasında Mehmet abi (Kendisi buranın
sahibi) bizim grubun bir kısmını bisikletlerimizle beraber Kemer yoluna kadar çıkarıyor. Pickup üstünde
de Güzin ablam bir fotoğraf çekiyor. Ben her turda onları bir araçta
yakaladığım için dilime doluyordum. Bu an itibari ile de Güzin ablam beni
ağzına doladı J
Antalya’ya bisiklet ile devam edecek kişiler: Ben, Tuğrul, Yeliz, Deniz abla,
Semih ve Taha.
Deniz
ablanın maşallahı var bisiklet konusunda. Yol hep dümdüz değil ama sürekli
bizim tempomuzda kullanıyor bisikletini, hiç geri kalmıyor Deniz ablam. Buradan
da tebrik ediyorum seni Deniz ablacım J Yolda
mola vermeden Kemer’e atıyoruz kendimizi.
Burada
turladıktan sonra yiyecek bulmaya çalışıyoruz, en sonunda ben Tuğrul’la
Sbarro’da alıyoruz soluğu. Bir Mega Menü yeterli oluyor bize J Yayılıyoruz çimenlik yere, bir yandan muhabbet, bir
yandan dinlence, bir yandan da yemek. Yemek sonuna doğru pizzamın olduğu karton
kutunun içini bir açıyorum ki ne ara toplanmışlarsa bir karınca sürüsü ile
karşılaşıyorum J Neyse ki
yemeğim bitmiş ve karnım doymuştu J Buradan da ayrılırken Kemer’in merkezinde BGB
(Bisiklet Gönül Birliği) Grubu ile karşılaşıyoruz. Onlar da Ankara grubu ve
tanıdığım bir grup olduğu için bizim gruptan kopup onlarla görüşüyorum bir
süre. Çok zaman kaybetmeden bizim asıl gruba yetiştim ve bir markette durduk.
Buradan itibaren Kemer’in çıkışına kadar arada bir yola baktık cümleten J İtiraf etmeliyim ki hepimizin gözleri Rus
hatunlarındaydı. Yalan yok, hatunlar çok güzel, hatta mükemmeller. E Kemer de
bunların memleketi olmuş artık. Zaten tüm tabelalar da bunu gösterir
nitelikteydi. Türkçe ve Rusça yazılar yazıyordu. İngilizce kelimeyi nadir
görürsünüz. Neyse efenim ahlaya vahlaya çıktık Kemer’den L Kalaydık iyiydi. Perşembe geceleri de şu program
varmış J Başka bir zaman gelmek üzere fotoğrafını çekiyoruz :-P :-)
Kemer’i
bitirdikten sonra da duran vespa motorun
arkasında bir kız gördük. Yorgunluk mu? Ne yorgunluğu yahu J Bastık arkasından. Kızı gördük ama sap değildi ve
bizim de yola devam etmemiz gerekiyordu. Biz de öyle yaptık ve yola devam
ettik. Buradan sonra baktık ama arkadan gelen yok. Tuğrul’la bir süre bekledik
ama arayan, haber veren de olmadı. En sonunda ben aradım, grubun geri kalanı
dinleniyormuş yol kenarında ki bir yerde. Kemer-Antalya arasında ki yol
günübirlik gidip gelmeler için bile uygun bir yol. Arada 3 tane tünel
geçiyorsunuz. Tünnellere girmeden önce bir araya geldik ve aydınlatmalarımızı aktif hale getirdik. Hatta son geçtiğimiz tünel bakımda olduğu için sol şeridi kapanmıştı. Tüm sol şerit bize aitti ve doyasıya kullandık biz de :-)
Hepsi de
güzel aydınlatmalı ve havalandırmalı tüneller. Ama yine de insan tırsıyor
buradan bisikletle geçerken. 3 tane
tüneli de bitirdikten sonra ufak bir yokuş çıkıp, kamp yapacağımız yeri görmeye
başlıyoruz. Yokuşun tepesinde 1.000 km’yi tamamlıyorum ve fotoğrafını çekmeyi
ihmal etmiyorum J
Kamp
alanına da vardığımızda tam 1.004 km’yi tamamlamış olmuştum. Onu da
fotoğrafladım. Büyük bir yükü sanki bu karede bıraktım gibi hissettim o an J Çadırlarımızı
kurup da, günlerdir yolda seleye oturan kıçımı katlanır sandalyeye koyup
oturmanın mutluluğu hiçbir şeye değişilmez J
Bizden sonra akşama doğru sis atmaya başladı. Evet Antalya Bisiklet festivali de sahilin hemen arkasında kalan alanda. O da başka bir yazıda ;-)
İzmir- Antalya Turu yazısının da sonuna geldik, bakalım seneye nereye dönecek pedallar, nereye gidecek demir atım...
No comments:
Post a Comment