Öncelikle ekibi belirleyip planları
yapmıştık fakat sonradan değişti işler. Tüm planlar, hatta kamp yerleri ve
durak yerleri bile belli edilmişti fakat 1 gün sonra (sabah) Semih beyden gelen
mesajla tüm bunlar iptal oldu. Ön yargılı bir mesajdı, benimle anlaşamayacağını
düşünürmüş kendisi ve bu planı 2 kişilik, 1 yıl önce yapmışlarmış, vs… Neyse
efenim ön yargılı olan bir insanla zaten ben yola çıkmam. Bisiklete de zaten
bisiklet grubu ile başlamamıştım, tek başına, tek tabanca…
Tura çıkmadan birkaç gün önce psikolojik olarak ufak bir baskı olur insanlarda genellikle. Tam bu evredeyken kötü bir haber alıyorum. Tolga (Beyenir) arkadaşımın vefat ettiğini öğreniyorum. Önce şaka falandır diye düşünüyorum ama bakıyorum ki facebook’a da yazılmış bir şeyler. Bursa’dan Eskişehir’e gelirken arkasından, emniyet şeridinden, gelen araç çarpıyor gruba ve benim arkadaşımı tam 50 m. ileriye atıyor araç. Tabi ki o anda vefat ediyor Tolga. (Nur içinde yat arkadaşım), sonra hiçbir şey olmamış gibi normal yoluna girip gidiyor. Düşen aynanın seri numarası sayesinde, tabi ki çalışan kişilerin de bunda payı var, akşamında yakalanıyor KATİL. (Şu an öğrendim ki o KATİLe sadece 5 Yıl 8 Ay Ceza verilmiş ve düşebilirmiş de) Turdan 3 gün önce Eskişehir’e gidip arkadaşımın cenazesine katılıyorum ve bu bana gerçekten ağır bir yük oluyor. Tura tabi ki çıkıcam ama elimde değil korkuyorum. Ve tur boyunca da yanımdan geçen her araçtan korktum. Tur zamanı gelip çattığında Yusuf’a da haber vermiştim; istersen, zamanın varsa sen de gel diye. Ama dolu olduğunu, müsait olamadığını belirtmişti. Yola çıkmadan 1 gün önce (13 Ağustos 2013) Batı Ankara Bisiklet grubunun buluşmasında Yusuf’la bol bol muhabbet ettim tur planı ve olan aksiliklerle ilgili. O da benimle bir tura çıkmak istediğini fakat zamanının olmadığı tekrar tekrar belirtti sağolsun.
Tarih oldu 14 Ağustos, ben atladım demir atıma, pedalladım AŞTİ’ye. Batıkent-AŞTİ 35 dk J (Gelişme var ;) Bir ihtimal Yusuf da beni uğurlamak için geleceğini söylemişti. Aradım yoldaymış. Ben de bu arada otobüsü arıyorum ama otobüs gelmeden Yusuf geliyor.
Travego olduğu için bu saate almıştım fakat değiştirmişler
otobüsü, aracımız Man Fortuna. Haliyle bagajlar küçük. Ben otobüsü ararken
Yusuf da geliyor. Bisikleti sığdırmak için uğraşıyorum ve haliyle stres
yapıyorum. Yusuf da beni sakinleştirip, soğukkanlılıkla yaklaşıyor. İlk kez
seleyi çıkartıyorum sığmadığı için. Ne uzun sele borum varmış be J Bu arada Yusuf da bir
poşet yiyecek getirmiş. 3-4 çeşit poğaça, Ice Tea, 2 elma ve enerji Barı (Zor
durumda kalırsam diye) O an karnım fazla aç olmasa da bir poğaçayı otobüste
mideye indiriyorum. Yolculuk başlıyor ve gece uyumam şart. Otobüste de gece
olsa dahi fazla uyuyamam ama o gece baya uyuyorum.
1. Gün
İzmir’de, girişe yakın uyanıyorum, ekipmanları
takıp takıştırıyorum, bisikleti de indirip yükü yüklüyorum ve tura başlamaya
hazırım. İzmir otogarı çıkışında otobüs şoförlerine soruyorum gideceğim yolu.
Tarif ediyorlar ve tabi ki yanlış yola sapıyorum. İzmir’in çevresini dolaştıktan sonra Atatürk Stadı’na çıkmam yaklaşık bi 10
km.’ye mal oluyor. Tabi bu bahane ile de bacaklarım açılmış oluyor J Öncelikle kararsız kalıyorum gideceğim yer ile
ilgili. Kordon’a mı gitsem yoksa direk tura başlasam mı bilemiyorum. Kim bilir
bir daha gelebilir miyim diyip Kordon’a gidiyorum. Orada kahvaltımı yapıyorum
Yusuf’un verdiği poğaçayla ve yön tarifi alıp, geçen sene dibinden geçip
göremediğim Saat Kulesi’ni görmeye gittim.
Evet
geçen sene dibine kadar gidip yemek yemiştim bir yerde fakat ne sormuştum ne de
görmüştüm. Bu sene buldum ve fotoğraf bile çektim J Tabi buraya kadar da, geçen sene olduğu gibi, yine
tabela sıkıntısı çektim İzmir’de. Neyse ki gelirken ters yönde ki tabelalara
bakmıştım da, Basmahane tren garı’nın oradan dönüp, buldum yolu. Aslında
benimle olan iletişimini tamamen koparan şahıs olsaydı, fazladan birkaç gün
bile geçirebilirdim burada ama maalesef o artık yoktu. O an zaten onun
Festivale geleceği düşüncesi beni rahatsız etmişti. Neyse ki yolda olduğum,
pedalladığım için fazla sürmüyor moralimin bozuk oluşu. Yolda ilerlerken Su
Kemeri gibi bir yoldan da geçtim. Bilmiyorum ama burası da tarihten kalma bir
yer gibiydi. Kemerden sonra sol tarafta
kalan yamaca yapılan Atatürk’ün yüzünü yansıtan heykel, kabartma yada her neyse
çok çok güzeldi. Durup fotoğrafını çekmeye değerdi.
Menderes
yoluna kadar fark etmeden bayağı rakım çıktık sanırım. Menderes yol ayrımı ile de
zemin iyi olunca insan basmadan duramıyor. Fakat bu düzgün zemin fazla uzun
sürmüyor. Gümüldür yol ayrımından sola doğru yöneliyorum ve yokuşu görünce tamam
diyorum, artık şehirler arası yoldayım artık JBuradan itibaren Kuşadası 26 km yazıyor ama fazla gibi
geliyor bana nedense, tabi km saatine bakıp da hesaplamadım, sadece iç güdü J Yaklaşık 1 saatlik pedallamdan sonra Efes, Pamucak,
Kuşadası-Söke yol ayrımına geliyorum.
Tabi ki
düz devam ediyorum, Kuşadası yönüne. Yol üstünde Çöp şiş yapan bir yer var ama
tuzlu olur diye hiç durmuyorum, sonra da keşke dursaydım diyip kendime
sayıyorum. 30 dk.’lık pedallama sonrasında da sol tarafımda gördüğüm benzinliğe
refüjü aşıp giriyorum.
Ayvalık
tostu yiyorum, içeceklerin fiyatlarını soruyorum, çalışan çocuk “Benzinliğin
marketi daha ucuzdur, ordan bak istersen” diyor. Marketten de büyük şişede
Cappy Pulpy alıyorum. Bu markete bir daha gelmeli diye de notlarıma ekliyorum J Çalışan çocuk da bir avuç kolonyalı mendil veriyor,
yolda lazım olur sana diyor. Fazla beklemeden hareket ediyorum. Buradan da
Kuşadası’na varmam 20 dk.’yı buluyor. Öncesinde de “Aydın İl Sınırı” tabelasını
görüyorum ve Aydın değil de Aydin yazıldığını fark ediyorum. “i” harfinin
noktasına da Samsun Pab’ın stickerının yapıştırıldığını görüp seviniyorum J (Bu sevincin nedeni sanırım daha önce buralardan bir
bisikletçi yada bisiklet grubunun geçmiş olmasıydı)
Neyse
efenim Kuşadası’nda bir şey olmadığını duymuştum daha evvel ama bir düşündüm,
madem kıyı turu yapıyorum ve acaba bir daha görebilecek miyim buraları diye,
sonrasında girmeye karar veriyorum. Taksi durağını geçtikten sonra bir seyir
tepesi var, acentalar da turistleri buraya getiriyorlar, buradan birkaç dk.
izledim manzarayı. Hatta bisiklet dengesizlikten düştüğünde ilk hasarını burada
aldı, gidona sarılı kumaş birazcık yırtıldı. Tabi dengesizlikle beraber benim
gözümün de etrafa dalmış olması sonucu oldu bu olay J
Merkeze
kadar inişten sonra önce bir market buluyorum. 1 paket makarna, 3 konserve ton
balığı, fıstık ezmesi ve tost ekmeğini de sabah kahvaltısı için tedarik
ediyorum. Birkaç güzel kare çekip, gitmem gereken yolu buluyorum hafif bir
rampa başlıyor Kadınlar Plajı’nın yol ayrımından sonra.
Kuşadası’nın çıkışına gelmeden, sanayiden sonra, sağ tarafta Pide salonu görünce demir atımı sağa, dükkanın içine kadar sokuyorum. Burada bir kıymalı pide ve ayranla öğle yemeğini geçiştirmiş oluyorum.
Kuşadası
çıkında sol tarafta görünen ve muhtemelen TOKİ yapılaşmasına benzeyen saçma
sapan, berbat görüntüye de izin verenlere saydırıyorum haliyle. Keşke yeşili
bozma meraklısı insanlar olmasaydı da, yeşil alanlar korunabilseydi.
Bu arada
Kuşadası’nın merkezinden Davutlar-Söke yol ayrımını takip ederek ilerliyorum.
Yaklaşık 1 saate Davutlar’a, oradan da 15 dk.’ya Güzelçamlı’ya varıyorum. Sonra
Tuğrul’u (Karataş) arıyorum telefondan, Tuğrul internetten kamp yeri konusunda teknik
desteğini veriyor sağolsun J Aslında planda burası yoktu fakat milli park olunca,
gezmeden çıkmayayım diyorum.
Kamp alanlarından ilki olan “Lazoğlu Kamping”e girip
konuşuyorum. Burasının da içerisinde birkaç tane bisiklet var. Normal fiyatı 20
TL imiş fakat ben bisikletçi olduğum için 15 TL’ ye indi fiyat. Uygun yer bulup
çadırı kuruyorum ve hemen denize yönleniyorum. Fakat deniz dalgalı ve temiz
değil. Tek başıma da olunca anca iskelede oturuyorum, denize girmiyorum. Ama
gün batımını izlemek de yeterli hazzı veriyor insana.
Gün batımı ile beraber ben aldığım malzemeleri, ton balığı
ve makarnayı, çıkarıp kamp ocağımın ilk denemesini yapıyorum. Akşam yemeği
olarak ton balıklı makarnayı tercih ediyorum. Aslında tercih değil, zorunluluk J Arkasına da Türk Kahvesi
yapıyorum ki köpüksüz olmaması enterese etmiyor beni, nihayetinde kamp
alanındayım ve Türk Kahvesi içiyorum J
Uyumadan önce görevliden Milli Park’ın girişi ile ilgili bilgi alıyorum.
Sizlerin de bilgisi olsu efenim; 7-7.30’dan önce giderseniz görevli yokmuş ve
ücret ödemeden girebilirmişsiniz. Ama ben uykumdan kalkabilir miyim emin
olamıyorum çünkü ilk günün gazıyla 125 km. yol gelmişim J Fazla oyalanmadan ekipmanları
yıkayıp, temizliyorum ve çantama yerleştiriyorum. Çevrede ki 2-3 çocukla
konuştuktan sonra çadırıma çekilip uykuya dalıyorum zorlanmadan… (Birkaç günlük
yemeği ve kampı da içeren masrafım 42 TL oluyor)
2. GÜN
Güne
07:40 gibi gözlerimi açıyorum. Madem beleş giriş için geç kaldım, ben de
rahatça ve yavaşça hazırlıklara başlayayım diyorum. Yatmadan önce sormuştum
çıkış yapmam gereken saati ve istediğim saatte çıkış yapabileceğim yanıtını
almıştım. Eşyalarımı alıp, almama konusunda kararsız kalıyorum ama ne olur ne
olmaz diyip toparlıyorum eşyalarımı ve 400 m. ötede ki Güzelçamlı Milli
Parkı’na hareket ediyorum. Girişte Bisiklet için ücret yazmıyor ama 3 TL
alıyorlar yine de.
Yukarıdaki tabelayı tam okuyamayabilirsiniz. Anadolu Parsı'nın Anadolu Yarımadasının en Batısında yaşadığı milli parkmış burası. Tabi bu hayvanlar gündüzleri değil, geceleri çıkarlarmış yaşadıkları yerlerinden. Bu yüzden görmek mümkün olmuyor :) Gerçi muhtemelen görsem şu an bu satırları yazıyor olmazdım :) Daha
girişten itibaren başlıyor yokuşlar. Yokuşları çıktıkça da gördüğünüz koylar o
kadar güzel ki bunu anlatamam. Buraya koyduğum fotoğraflar da aslında buraları
anlatmaya yetmez… Milli
Park’ta bulunan bütün koylarda; wc, duş, yüzülebilir alan ve temiz su mevcut.
Bunun olması gayet güzel. Koylardan ilki İçmeler Koyu. Burası fazla kalabalık
geliyor bana, o saatte bile. Biraz daha ilerlerseniz sizi Aydınlık Koyu
karşılıyor. Gayet berrak bir denizi var burasının. Sonrasında Trekking için
Kanyon kalıyor solunuzda ama izin alıp girin tabelası karşılıyor beni, bu
yüzden girmek istemiyorum. Bir de buz gibi bir su akıyor girişte ki çeşmeden.
Daha sonra sırasıyla Kavaklıburun ve Karasu Koylarının tabelaları karşılıyor
sizleri. Karasu Koyu girişten itibaren 11 km. Karasu Koyu’ndan ileriye geçiş
yasak olduğu için, Karasu Koyu’na bi ineyim diyorum, inerken yükseğe çıktığımı
anlıyorum. Devam eden yolda birkaç dakika ilerliyorum fakat yolun düzgün bir
yere çıkmadığını düşünüp geri dönüyorum. İnanılacak gibi değil biliyorum ama
hiçbir koya girmedim ve yüzmedim L
Bu tabelalar da insanı hem neşelendiriyor hem de çevrede etmesi gereken dikkati çekiyor :)
Milli
Park turu yaklaşık 2 saat gibi bir zamanımı alıyor. Çıkışın ilerisinden sağa
doğru Zeus Mağarası için dönüyorum. Zeus Mağarası’nın içi doğal su ile dolu
olup, girenlerin söylediği kadarıyla, oldukça soğukmuş. O vakitte o soğuk suya
girmek istemedim ve mağara tarzı yerlerde ki suya da girme hevesim yok benim
maalesef.
Davutlar’a
kadar pedalladıktan sonra öğle yemeği yemem gerektiğini düşünüp ilk pidecinin
önünde duruyorum. Tur boyunca da hep pide denk geldi, nedenini çözemedim valla.
Hemen bir kaşarlı pide, yanına da tabi ki Bergamotlu Didi J
Söke
yolundan devam etmem gerekiyormuş. Davutlar çıkışında da rampa karşılıyor beni.
Yemek sonrasında dinlenmeden çıktığım için de sayıyorum kendime. Zaten tur
başlangıcından beri hep saydım. Buradan Söke’ye varmam 1,5 saati bulmuyor.
Fakat çevre yolunu kullandığım için bu yol beni Söke’nin sonuna çıkartıyor.
Novada Outlet’a
girip, marketten su ihtiyacımı karşılıyorum. Dinlenmeden pedallıyorum fakat
nasıl bir rüzgar var ki beni benden alıyor J Hep böyleymiş burası.
Oradan
çıkıp Söke’ye doğru ilerlerken sağımda dağları, solumda ise rüzgar tribünlerini
görüyorum.
Ve
hayatımda ilk defa bu kadar uzun mesafe
dümdüz yolda ilerledim. Tam 30 km. boyunca hem sağımdan rüzgar yedim, hem de
dümdüz yol aldım J
Akköy yol
ayrımından dönmeden benzinciye uğrayıp su alıyorum. 4-5 km ötede ki yokuşun
ünlü bir yokuş olduğunu söylüyor fakat benim Akköy’e dönmem gerekiyor. Aklımda
kalıyor orası ve ilerde bir gün çıkacağım diye de yazıyorum aklıma. Akköy’e
döndükten sonra eziyetli yol başlıyor. Berbat bir zemin olmasından ötürü fazla
ilerleyemiyorsunuz.
Bu
eziyeti 1 saat 15 dk kadar çekip Didim’e
varıyorum J
Öncelikle kalacak yer ayarlayıp daha sonra yemeği halletmem
gerekiyor. Didim tabelasından sonra sağ tarafta bir tane kamping yeri görüyorum
ama içeri girip fiyat sormuyorum, çünkü dün de kampinge para bayılmıştım.
Birkaç gün de beleşe kamp atalım dimi ama ? J
Bir süre ilerledikten sonra, Şehir merkezi tabelasından 500 m. kadar önce,
sağda bir benzinlik buluyorum. Daha doğrusu benzinlikten önce Bim tabelasını
görüyorum. Bim’den biraz alışveriş yaptıktan sonra bi şansımı denemek
istiyorum. Durumumu izah ediyorum ve sağolsun Benzinlik müdürü İbrahim abi
orada kalmama izin veriyor. Eşyalarımı bırakmadan merkeze ilerliyorum. Birazcık
kas ağrım var, bu yüzden ilk hedef eczane.
Eczacıya da durumumdan bahsedip biraz sohbet
ettikten sonra o bana Magnezyum tableti öneriyor. Daha sonra ki hedef artık
yemek J Biraz
aradıktan sonra “Şehir Lokantası” nı buluyorum. Fiyatlar biraz pahalı geldiği
için yine pideye talip oluyorum L Tabi yanında benim aldığım Didi eşliğinde.
Hava
kararmadan çadırı kurmak gerektiği için ve önümde birazcık yokuş olduğu için
hızlı bir yemek yiyiş sergiliyorum. Benzinliğe varıp, çadırı kurup, eşyaları da
içine atınca içim rahat ediyor J Benzinliğin önünde oyalanıp orada, araç yıkamacıda,
çalışan çocuklarla da muhabbet sohbet edip zaman geçiriyorum. Bana gösterilen
güler yüz ve yapılan ikramlar da cabası J Saat akşam 10’a doğru İbrahim abi gidiyor evine ben
de 2-3 elemanla kalıyorum benzinlikte. Kuruyemiş, Ice Tea, vs… yiyoruz. O arada
bedava ve sürekli su gelen araç yıkama aleti gözüme çarpıyor. Suyu diyorum,
temiz mi ? “Abi kuyu suyu bu” diyor eleman. “Kafama bi şampuan sürsem bunla
yıkanmaz mı” diyorum. “Abi ne gereği var ? J Arka tarafta zaten banyo var, oraya gir hallet” diyor
eleman. Canıma minnet be kardeşim J Hemen bu imkanı kullanıyorum tabi ki, çünkü 2 gündür
duş alamamak rahatsız etti beni.
Yok böyle bir rahatlık, ferahlık J Su hayatmış yahu. Üstüne de
çay iyi gidiyor. Tam çay içiyorum benim shakerdan, gençlerden biri çay getirdi.
“Sağ olasın, ben de çay içiyorum” dedim. Gencin cevabıyla utandım ve çayı almak
durumunda kaldım. “Bizim oralarda bir şey getirilince geri çevrilmez” demişti.
Bunlara dikkat etmeli insan ama dikkat edemiyoruz maalesef. Bir süre daha muhabbet, sohbet ettikten sonra
yatmam gerektiği aklıma geliyor ve “İyi geceler” dileyip, çekiliyorum çadırıma.
Çadır beton üstüne kurulu olduğu için direk matı serip yatıyorum. Ama sabaha
kadar pek de rahat edemiyorum. Gece dibime kadar gelen araç beni uyandırıyor.
Hem motor gürültüsü, hem farların ışığı. Çadır dışına çıkıp konuşmuyorum ama
yeterince sesli bir şeyler söylüyorum. Neyse uyumak şart… (Bugünün maliyeti de
33 TL oluyor )
3 comments:
Çok guzel bir bilgilendirme olmuş :D
:-) Sağol, varol... keyifli olmuş. Yazmıyorum diye utandım valla...
Eyvallah ayhanim :-) Tesekkurler Deniz hanim, siz de yazin bol bol :-)
Post a Comment