Wednesday, April 23, 2014

İzmir- Antalya Turu (Muğla- Fethiye)

5. GÜN

   Sabah kalkınca ilk iş olarak Serkan abiyi arıyorum. O da belli ki yolda ve rüzgar sesi geliyor. Adam daha dün Tavas-Fethiye yaptı, yani 180 km. yol yaptı. Evi Akyaka’da ve Sakar Geçidi’ni çıkıp da Muğla’ya gelmesi gerekiyor. İnsan üşenir be Serkan abicim J Hemen matbaa, pres yapan bir yer arıyorum ve buluyorum. Burada aklımda olan fikir şu: Çağatay Avşar, Onur Karaca, Meril Çiğdem Durmuş ve tura çıkmadan 3 gün önce kaybettiğim arkadaşım Tolga Beyenir’in ölümlerine ve katillerinin serbest bırakılmalarına dikkat çekmek. Resimlerinin ve altlarında özetle ölme şekli, katillerinin serbest oluşunu falan yazıp A3 ebatında çıkartıp bunu bir de pres yapıp deldirdim üstlerinden ve bisikletimin arkasına tutturdum.
 

   Aşağıdaki yere yaptırdım, polis karakolunun arasındaki sokakta ve gayet uygun ücretleri olan bir yerdir arkadaşlar.
 

   İlk olarak o dükkandakilere açıkladım olanları, yapılanları, haksızlığı, adaletsizliği… Sonrasında da konuştuğum her insana… Üşenmeden ve sabırla… Ufak bi tarifiyle buluyorum Serkan abinin  dükkanını. Yaklaşık bi 25 dk.’ya da o geliyor. Sabah o da ben de aç gelmişiz, orada simit alıyor Serkan abi ve kahve eşliğinde kahvaltımızı yapıyoruz. Arada bi Fixie geliyor. Fixie derken, bilmeyenler için; Vitessiz ve frensiz olan bisiklettir kendileri. Bazı kişiler frenli de kullanabilir tabi ki. Yani deli gibi pedallarsanız yol alırsınız, pedalı bırakıp, bir de geriye doğru hafif kasarsanız arka tekeri kaydırıp drift (yanlama) yapabilirsiniz J İlginç bir bisiklettir bu fixie. Benim evde ki klasiği de buna dönüştürmek istiyorum J
   Seçtiğim rotanın hem çok güzel, hem de zorlu bir parkur olduğunu söyledi Serkan abi. Böyle olunca bi kere daha gurur duydum kendimle J Nihayetinde kiminin zamanı yok, kiminin cesareti  yok o rotayı yapmaya, bir de ben tek tabanca yol alıyorum ya işte bunlar yeterli kendimle gurur duymaya ve kendi kendime gaz vermeye J Serkan abi önümde ki 2-3 tırmanıştan bahsetti, ben zaten daha önce arabayla da olsa geçmiştim oralardan. Yaklaşık 1,5 saatlik sohbetten sonra yola çıkmak istiyorum çünkü geç kalmaktan korkuyorum. Nereye yetişeceksem J Yolun çok fazla uzun sürmeyeceğini söylüyor  Serkan abim. Son bir hatıra fotoğrafı da çektikten sonra yola koyuluyorum.


      İlk yokuşum Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Kampüsü’nün olduğu yokuş. Ama çıktığım kadarını iniyorum. İniş sonrası, Ankara’dan gidip Elmadağ rampasını tırmananlar bilir, Elmadağ rampasının aynı eğim ve uzunluğunda bir yokuşu tırmanıyorum. Ve sonrası Sakar Geçidi inişi J Evet inmeden önce “Sakar Geçidi” tabelası görmüyorum. Zaten görmeyi de beklemiyorum. Çünkü Serkan abim o konuda da uyarmıştı beni. “Tabela ters tarafta, unutup geçme” demişti. Hemen demir atımı durdurup geçiyorum karşı tarafa ve fotoğraf çekmeyi ihmal etmiyorum J





   Sakar Geçidi’nin inişinin güzelliğini ancak inen bilir J (Çıkan da acısını bilir ama ben henüz tadamadım bu acıyı J) Çok güzel bir Gökova manzarası eşliğinde iniyorsunuz. Sayılı yerlerden birisidir bu anlamda bu geçit. Geçidin seyir tepesi  yakınında karşı taraftan bir motorlu çift selam verdi. Ben de onlara selam verdim ve yol kenarında durup yasladım bisikletimi. Karşı tarafa geçip konuşmaya başladım. Çiftimiz Türk olup, abim daha önceden bisikletçiymiş J Kendisi daha evvel Ege Üniversitesi Bisiklet Topluluğu ile pedallamış. Ege-Akdeniz rotasını da yapmışlar, Sarp-İstanbul rotasını da J Şimdi de motorla geziyorlarmış. İşte o an başımın üstünde yandı ampul J Benim de aklıma yattı bu fikir. O ana kadar yoktu bu fikir ama o an itibari ile, umarım ileride istediğim gibi bir motor alabilirim, motor alıp yaptığım rotaları daha rahat bir şekilde, tadını çıkararak dolaşabilmek . Manzara da güzel olduğu için kendi fotoğrafımı da onlara çektirdim, ellerinize sağlık J






   Tabi ki vedalaştıktan sonra ben de durmadım ve bisikletimin yanına dönüp devam ettim yola. Gökova’ya kadar sert virajlar da vardı, kaymak gibi inişler de. Akyaka yol ayrımından dönmeyip, devam ediyorum. Marmaris yol ayrımına da gelince eski yola giriyorum, Okaliptus ağaçlarının arasından giden yola.
 




   Manzara tabi ki enfes J bir süre ilerledikten sonra ters yöne çıkıyorum yolun sonundan ama 200 m. kadar sonra kendi şeridime geçiş şansım var. Birkaç tesis geçtikten sonra sağlam olan 2 tırmanıştan 1.si çıkıyor karşıma. Yokuşun başlangıcında bi tane tır manevra yapmaya çalışıyor, trafik de durmuş. Takılsana olum tıra, uğraşma çıkmaya. Yok arkadaş zamanında gelmez ki bu fikirler aklıma. Yavaşladığımda aklıma geliyor bu fikir ve tır hareket edince tabi ki yetişemeyeceğim için vazgeçiyorum ve basmıyorum bile J Yokuşu tırmandığınızda %10’luk bir iniş sizi bekliyor ama kısacık bir %10 bu. Çetibeli’ne kadar düz gittiğiniz yolda, her zaman olduğu gibi 1 şeride düşüyor yol, çünkü Jandarma Trafik kontrolü var bu yolda yıllardır. Zaten Çetibeli nden sonra başlıyor asıl yokuş ki bu da beni zorlayan yokuşlardan oldu. Daha önceden arabayla defalarca geçmiştim bu yoldan ve bu yokuşlar nedense aklımda böyle kalmamış J Bundan dolayı da aslında zorlanıyorum. Beklemediğim bir şey karşıma çıktığı için. Tırmanışın sonlarına doğru bir de rüzgar geliyor karşıdan, bu da tuzu biberi oluyor tırmanışın J Orayı da tırmandıktan sonra alın size Marmaris manzarası.
 






    Gönül ister ki bu Marmaris yokuşunu hız kesmeden inmeyi fakat fotoğraf da çekmek lazım L


   Serkan abinin de tarif ettiği gibi ilk iş olarak Marmaris otogarını geçtikten sonra sağda olan Hacı’nın Yeri Lokantası’na giriyorum. Serkan abi demişti: “Tepsiyi yemekle doldursan 20 TL ödersin” diye. Tabi benim midem belli, tüm tepsiyi dolduramıyorum ama aldığıma 3,5 TL ödüyorum J Böyle turistik bir şehirde, bu lezzet ve bu fiyat inanılmaz bir şey J Turistik olmayan şehirlerde bile bu fiyata yemek bulamazsın J


    İyice karnımı doyurduktan sonra gideceğim yer belli: kuzenlerimin mezarı…
   En son buraya gelişim 2009’da idi, trafik kazasında hayatını kaybeden kuzenimi defnetmek için gelmiştim. O zamandan beri çok kalabalıklaşmış burası. Yarım saat kadar aradım, tek tek baktım mezar taşlarına fakat ne Canan’ımı buldum ne de Erhan abimi L Ben de mecbur döndüm dedemlerin evine...
   Akşama kadar muhabbet sohbet ettim ve sonrasında dedemle beraber bisikletlere atlayıp, Müzeyyen teyzeme gittik. Müzeyyen teyzemle sözleştik; yarın Canan’ı ve Erhan abimi ziyarete gidecektik.
   Akşam vakti şehir merkezinden geçip eve gittik. Bu arada Büyük bir katlı otopark ve altında da Tansaş Marketin olduğu yapıyı belediye yıkmış. İyi de yapmış. Yerine büyük bir meydan inşa edilmiş ve ortasına da havuz koyulmuş. Bu havuzda da su ve ışık sistemi kullanılarak, resim veya video izleme imkanı verilmiş. Keşke her yerde buna benzer şeyler yapılsa. Memlekette bir gereksiz bina yıkılıp, yerine başka gereksiz bina yapılmakta…
 

   Gönül isterki bu güzel sahillerde daha fazla kalmak ama belli bi program var :)
  

   Dedem de (annemin amcası) yıllardır Bisiklet kullanır. Sülalede var bu iş bizde yahu :)


   Evde de muhabbet ve sohbetle günü bitiriyoruz...


6. GÜN

      1 gün sonrasına kendime tatil vermiştim, Abdurrahman (Yurduseven) abim öyle tavsiye vermişti J Ben de evden çıktım yayan bir şekilde ve sahil yolunda yürümeye başladım. Yürürken bir yandan da Ayhan’la (Daş) konuşuyordum. Konuşma epey uzadı J Bu arada önümden bir bisikletli, üstünde heybesi olan bir bisikletli, geçti. Önce yavaş, sonra biraz daha hızlı adımlarla takip ettim adamı. O durunca yanına yaklaştım. Baktım beyaz saçlı, renkli gözlü birisi. Yabancı dilim maalesef olmadığı için, çekinerek yaklaştım yanına. Türkçe selam verince rahatladım ve konuşmaya başladık J Semi abi bazen İstanbul’da, bazen de Marmaris’te zamanını geçirirmiş. İstanbul’dan Semih abi de (Saygın) ortak arkadaş çıktı J Laf lafı açıyor, ikimiz de ayrılamıyoruz birbirimizden J En sonunda o beni VelomarisBisiklet’e, onun tabiriyle Marmaris’te ki karargaha, götürdü. Orayı Serkan abiden dolayı biliyordum, o da geçen seneye kadar orada çalışıyordu. Oranın sahibi Tolga abiyle (Gök) tanışıyorum.
Kendisi askerlikten istifa edip burayı açıyor. Halinden de çok memnun. İnsan sevdiği, zevk aldığı işi yapıyorsa zaten ondan iyisi yoktur J Orada çalışan Bahadır abiyle de tanışıyorum. Biraz muhabbete takılıyoruz ama muhabbet bisiklet değil bu sefer. Semi abi zamanında Cem Karaca gibi sanatçılarla çalışmış bir isim. Sanatçılardan, Cem Karaca ve Barış Manço gibi sanatçılardan, bahsediyoruz. Cem Karaca’nın nasıl Sosyal Demokrat bir insan olduğundan, Barış Manço’nun nasıl sağ ideolojiye girdiğinden falan konuşuyoruz. Bu arada telefonum çalıyor ve arayan Alpay abi (Karaibrahimoğlu). Tesadüf o da Marmaris’teymiş J Hemen buluşalım diyorum ama arada ben teyzemle mezarlığa gittiğim için buluşmamız uzun sürüyor.
   Bgb grubu yavaş yavaş dökülüyor buraya. Alpay abiyle de onlarla da görüşüyorum gurbette görüşür gibi. O gün hem yabancılarla karşılaştım, tanıştım hem de gurbette Ankara’dan tanıdığım bisiklet grubuyla karşılaştım ve görüştüm.



   Bahsetmeyi unutmamalı tabi ki J Tolga abinin arka bahçesinde çadır kurmuş bi Fransız çift de vardı. Şimdi diceksiniz nası yani ? Dükkan bahçesinde nası çadır kurulur ?
   Hemen gireyim konuya. Tolga abinin kullandığı bir site var: www.warmshower.org  bu site birkaç yıldır faaliyetteymiş. Sadece bisikletliler için kurulmuş olan bir site bu. Bisikletçinin en elzem ihtiyaçları: Kalacak yer, yemek ve duş. Bu siteye kayıt yapıp profil oluşturuyorsunuz. Gelecek olan bisikletçi/bisikletçilere  hangi imkanları sunabileceğinizi yazıyorsunuz. Bunu gören bisikletçi sizinle irtibata geçip, ihtiyaçlarını karşılıyor. Ben de hemen profil oluşturuyorum ama yabancı dil sorununu söylüyorum Tolga abiye. O da: “Sen niye sıkıntı yapıyosun ki ? Gelip seninle irtibata geçen onlar. Onlar düşünsün nasıl anlaşacağını” diyor. Düşününce mantıklı geliyor bu da bana J
   Akşama kadar bu Fransız turistle bir şekilde iletişim kurduk J Biraz İngilizce, biraz beden dili, biraz da ses efektleri J İngilizce konuşmaya çalışınca, yanında da bi turist olunca konuşabiliyormuş insan bunu anladım bu yaz ki turumda J  Çiftimiz Nisan ayında işlerinden istifa edip atılmışlar yollara. Bisikletlerine 1.000’er €, ceplerine de 7.000’er € koyup düşmüşler yollara ve yaklaşık 4 ayda da Marmaris’e ulaşmışlardı. Buradan çıkışta hem İstanbul’u hem de Ankara’yı görmek istiyorlardı ve kararsızdılar. Birkaç farklı yol tarif ettim kendilerine. Göller yöresinden geçen yolda ısrarcı oldum çünkü göl ve manzara merakları vardı J Kendileri de yardım sever sağ olsunlar. Heybe almayı düşünüyordum ve karar veremiyordum. Erkek olan Fransız 2 marka heybenin de hasarlarını ve zayıflıklarını gösterdi. Kendi bisikletime de takıp denedim ve kaliteyi gördüm J Kız içeride kendilerine yumurta salatası yapıyordu ama bahçeye çıktığında gördük ki herkes için büyük bir kaba yapmıştı. Tuz olarak da deniz tuzunu ilk defa burada tadıyorum sayesinde J Onlarda internetin olmadığı ortamda da kullanabilecekleri Türkiye Karayolları haritalarını indirmeyi gösteriyorum. Gitmeden de çocuğun mail adresini alıyorum, ben de Facebook adresimden onu kabul edip Blog adresimi veriyorum ona. Hatıra fotoğrafları çektikten sonra ayrılmak zorunda kalıyorum yanlarından.



   Akşam yemeği İlknur ablamda J Maalesef fotoğraf çekemediğim için koyamıyorum buraya bir şey. Mükemmel yemek sonrasında ki muhabbet daha da mükemmel olmuştu J Benim seneye gitmeyi düşündüğüm rotaya, eşi Münür abiyle gidecektim ve rotada Ukrayna, Moldova gibi ülkeler de vardı. Soğuk ülkenin sıcak kanlı insanları yani J Bi ara dayak yiyeceğimi sandım ama iyi kurtardık paçayı J
   Hava kararmıştı ve dedemlerin evine yaklaşık 10-15 dk.’lık bir mesafe vardı ama yanıma fenerimi de yeleğimi de almamıştım. Tolga’nın etkisi henüz geçmediği için eve kadar korka korka ilerledim. Çok şükür ki bir şey olmadı. O gece de bir önce ki gece de çıkıp sabahlamak vardı aklımda ama bir türlü gerçekleştiremedim nedense L ( O gün 5 TL anca harcadım Velomaris’te)


7. GÜN


   1 gün öncesinde haberleşmiştik Erdoğan eniştemle, yüklerimi arabasıyla o taşıyacaktı Marmaris rampasının üstüne kadar. Yüklerim onda olunca yokuşun başına kadar 25 dk. gibi bir sürede ulaşıyorum J



Çetibeli’ni geçip, %10’luk eğimi de çıkınca durup annemle haberleşiyorum. Bu arada yanımdan geçen koyu toprak rengi Viper’da da gözüm kalıyor J (Dodge Viper)
   Gökova’ya varıp da Fethiye yönüne dönünce önümde ki yokuşun varlığından habersiz basıyorum. %5’lik bir eğim olduğu için bana etki etmiyor. Köyceğiz’e birkaç km. kala benzinliğe çekip mola veriyorum. Menü belli: Kaşarlı Pide J Köyceğiz’e girmeden Saniye hanımı arıyorum ama ulaşılamıyor. Daha önceden Antalya Bisiklet Festivali’nin sayfasından bana ulaşıp yardımcı olabileceğini söylemişti. Kendisine ulaşamayınca kendimi attım Köyceğiz Gölü kıyısına. 






   Nasıl böyle dalgalı olur bir göl böyle anlamadım. Kış mevsiminde Haliç’teyim sanki J Dalgalar coşup coşup kıyıya vuruyordu. Ben de bir kısa turladım orda ve şehir merkezine döndüm. Banka kenarında otururken, oraya gelen insanlar da benim bisikletin arkasında ki yazıları okuyorlardı. Onlardan biri de “İyi pedallar” diyince dikkatimi çekti. O çift de bisikletçiymiş, onlar da Antalya’ya geleceklermiş J


   Çiftimiz bu amca değil tabiki :)


   Köyceğiz’de mi kalsam, ilerlesem mi bilemiyorum. Bu arada Saniye hanım arıyor beni ama onunla konuşurken de gitme fikrim ağır basıyor nedense. Köyceğiz’den çıkmadan Tarkan Bisiklete uğruyorum. Gidon önü heybem kötü durumda olduğu için ucuz yollu bir şey arıyorum. Ama onda ki de 150 TL imiş J Başka çeşit soruyorum, 2 dk. müsaade istiyor ama 10 dk. bekliyorum adam ortada yok. Ben de bastım çıktım oradan. Bir daha geçsem uğrar mıyım ? Tabi ki hayır.
   Köyceğiz-Ortaca arasında 2 tane %10’luk rampa vardı. Valla ne yalan söyleyeyim bunlar da iyi rampalardı. Gün sonuna geldiği için mi bilmiyorum ama daha ilk günlerde olan rampalarda yoruluyordum. (Kaş ve sonrasını görmediğimden henüz iyi haldeymişim de haberim yokmuş J) Ortaca’ya vardıktan sonra Dalaman’a devam etmek istemedim, bir de KYK (Kredi ve Yurtlar Kurumu)  tabelasını görünce saptım ana yoldan Ortaca’ya. Tabelayı takip ederek buluyorum KYK’yı ama şehrin tam tersinde kalıyor. Napalım mecbur çekeceğiz yolu. Yurdun müdiresi biraz zorluk çıkarıyor ama ben kendimden emin şekilde konuşunca kimliğimi ve makbuzumu alıp, dilekçe yazdırıyor bana ve yurda kabul ediliyorum. Yakında ki marketten ufak bir alış veriş yapıp geri dönüyorum. KYK’nın mutfağını kullanıyorum ama ocak işe yaramaz olduğu için kendi ocağımı ve malzemelerimi kullanıp makarna yapıyorum. Akşam gruptan uzak duruyorum. Çalışan güvenlikler ve orada kalan, staj yapan birkaç öğrenciden. Sonradan onlar çağırınca yanlarına gidip kaynaşıyorum J Birkaç gün daha kalmak isterdim ama bu mümkün olmadı maalesef L (Masraf 17 TL)

8. GÜN


   Saatler çok geç olmadan çıkıyorum ki önümde Göcek Geçidi’nin olduğunu biliyorum. Ama öncelikle bir şeyler atıştırmalıyım. Yurttan çıktığım esnada da dün akşam oynadığımız, sevdiğimiz köpekler bana eşlik ediyorlar J Beyaz olanın ön ve arka ayakları arasındaki mesafe uzun olduğu için adı: Limuzin J



   Yurdun ilerisi sanayi ve sonrasında şehir geliyor. Ben de sanayi bitiminde ki bakkala uğruyorum ve kır pidesini mideye gönderiyorum. Hiç ayrı yollara sapmama gerek kalmadan da dümdüz devam edince Dalaman yoluna çıkarıyor gittiğim yol beni. Zaten Ortaca’nın bitişiyle neredeyse Dalaman başlıyor. Sadece arada Dalaman Çayı var.
   Göcek Geçidi öyle söylenildiği gibi bir yer değilmiş. Yani diklik ve zor çıkışlı yer anlamında. Yoksa söylenildiği kadar zevkli ve güzel bir çıkış. Yok ben bisikletimle paralı geçişten geçerim diyen varsa buyurun geçin ama her yerde olduğu gibi burada da bisikletle giriş yasak paralı yola. Zaten bu  daha da iyi bir şey. Çünkü gerçekten güzel ve eğlenceli bir yol. Tam tabelanın olduğu yerden karşı tarafa geçtiğinizde de geldiğiniz yol ve Dalaman gözükmekte.




   Tabela sonrasında iniş sizleri bekliyor ancak dikkatli inilmeli, zira sert virajlar mevcut. Zaten iniş sonrasında da Göcek’e giriyorsunuz. Maalesef Göcek ile ilgili bir bilgi veremeyeceğim buradan çünkü girişte tersane gibi bir yer görünce hiç içeriye girmedim ama sonradan öğrendiğime göre liman kısmı oldukça güzelmiş. Başka sefere artık. Her turda birkaç pişman olduğum nokta oluyor zaten, hepsi tecrübe, hepsi bir sonra ki turda aşılır herhalde. Göcek’in çıkışına geldim derken bagajımda sıkıntı yaşıyorum ve durup bütün bagajı indiriyorum. Bu sefer kamp ocağının olduğu çantayı dışarı çıkarıp, büyük çantaya çadırı tıkıyorum. Şimdi biraz daha dengeli duruyor J Onu ayarladıktan sonra yine yokuş, yine yokuş J Katrancı Koyu’na kadar yokuş çıkıyorsunuz. Katrancı Koyu’nu yukarıdan izleyebileceğiniz bir yer mevcut ve burada da bir minibüs durmakta. Adam; köfte, kokoreç ve semaver  çay yapmakta. Bir adam boyu aşağıya da çadırını kurmuş. Keyif onun keyfi J Tabi ben de köfteyi yedikten sonra uzanıyorum hamağa. Altımda çadır karşımda güzel mi güzel Katrancı Koyu J







    Yaklaşık 1 saat burada kalıyorum ve bir yandan da muhabbete koyuluyorum adamla. Semaver çay ikramı da yemek sonrasında iyi geliyor hani J Sonrasında basıp gitmeli buralardan ki Fethiye taraflarında çadır atabileyim. Birkaç km kaldı dense de aslında rampa inişinde hemen varamıyorsunuz Fethiye’ye. Bir de Fethiye’nin birkaç girişi bulunmakta. Ben 2. Girişini tercih ediyorum çünkü direk merkeze çıkıyor bu giriş. Zaten merkezle de pek bir işim yok, ayrıca Ölüdeniz’i de görmeye niyetim yok. 19 git, 19 gel üşendim doğrusu. Bana hitap eden de bir şey olmayınca hiç girmemekte karar kılıyorum. Sadece Fethiye merkezinde markete uğruyorum ve bir de gidon önü çantam yırtılmıştı onu diktiriyorum. Kalabalığa dayanamıyorum ve kendimi hemen şehir dışına atmam gerekiyor. Fethiye sonrasında da bir süre düz gidiyorsunuz,rampasız bir yol. Karşınızda Akdağlar’ı gördükten sonra da Saklıkent’e yaklaştınız demektir. Ki Saklıkent de burada.
   Uzun zamandır yemeyi istediğim Kar Şerbeti’nin tabelasını görünce hemen atıyorum kendimi yol kenarına. Yaşlı bi amca-teyze yapıp satıyorlar. Çeşitler; Vişne, Karadut, Pekmez, Çilek, Böğürtlen, Ahududu, vs… Önce Karadutlu alıyorum. Bu arada bilmeyenler için söyleyeyim; kar şerbeti (Ezmesi) öyle buz gibi hasta etmez insanı. Doğal kar olduğu için rahatlıkla yiyebilirsiniz. Tahta tokmakla, tencerede ezilen kar bardağa boşaltılıyor ve üzerine şerbet gezdiriliyor. Normali bu ama teyzem tencere içinde ezerken de şerbet atıyor. Bir de yerken az gelirse yine ilave ediyor. 2. bardağımı da pekmezli alıyorum ama pek tatlı ve keskin geliyor, üzerine Karadut ilave ettiriyorum. Bu arada birkaç müşteri geliyor. Birisi soruyor benim durumu ben de anlatıyorum. “Benim ileride Kokoreç dükkanı var, Ramo Kokoreç, orada kalabilirsin bu akşam. Hem dinlenirsin de” diyor konuştuğum kişi. Ben de tamam abi diyorum ve yola devam ediyorum. Kaş yol ayrımından yaklaşık 1 km geride solda kalıyor Ramazan abinin, Nam-ı diğer Ramo’nun dükkanı.

   Görünce durup karşıya geçiyorum. Biraz soluklanıyorum ve sonrasında Ramazan abi de geliyor. Gittiğim gibi durumu anlatamıyorum çalışanlara çünkü konuştuğum kişinin kim olduğunu, burada ne iş yaptığını bilmiyorum. Ramazan abi geldikten sonra ve onun orasının sahibi olduğunu öğrenip, orada kalışım kesinleştiği için daha rahat davranıyorum. Önce bir kokoreç yiyorum. Daha sonra muhabbet sohbet ediyorum. Bir ara yatacağım yere çıkıyorum, Ramo abi de “çay, su istersen çocuklara söyle onlar getirsinler. Sen zahmet edip de inme aşağı” diyor. Hem güler yüzlü hem iyi bir insana denk gelmişim ki esnaf olup böyle birini bulmak çok zor. O günün akşamı da Tuğrul otobüsle Finike yoluna çıkmış İskenderun’dan. Finike’de inince ya Kaş’a pedallayacak ya da otobüs bulup bu kaldığım yerde inecek ve beraber Saklıkent’e gideceğiz.
   Önemli bir not: Şu topraklar üzerinde ki ilk ve tek Tandırda Kokoreç burada bulunmakta. (Tabi daha 3 tane dükkanı var, burası  4. imiş. Daha da 5.yi açacakmış) Burada yaklaşık 9-10 saatte pişmekte etler. 3 kez ters çevirilip, sıcaktan ödem yapmış yerler patlatılıp suyu dışarı atılıyor ve tekrar tekrar fırınlanıyor. Akşam vakti 4-5 sıraları karnım yine acıkıyor ama Ramo abi fırında ki kokoreci vermek istiyor. Aç karnına o güzelim kokoreç kokusunda beklemek ne acı bir şeydir arkadaş L Ben de zaman geçsin diye gelen masalara bakıyorum. Bir nevi garson oluyorum. Bol bol da sebilden su içiyorum. Gelene gidene beleş su var arkadaş J Bu arada Ramo abi zabıtalar sayesinde bu yöntemi bulmuş J Normalde yola yakın yerde, camekanlı bir arabada satıyormuş fakat uyarılmış bir gün “sağlıksız” gerekçesiyle. O da yakında ki bir fırında denemiş bir gün bu şekilde yapmayı. Bakmış güzel olmuş, Tandır fırını yaptırmış dükkanın bahçesine. Yani zabıtalar güzel bir icada vesile olmuşlar J Ramo abi bu işin patentini de almış, benden söylemesi. Zaman durdu derken etin piştiğini söylüyor Ramo abi. Bana yarım ekmek atmadan bir tabağa iri dilimler koyup baharat katıyor üstüne ve ikram ediyor. 1-2 parça alıyorum ayıp olmasın diye ama bitirmemi söylüyor. Ben de kaçırır mıyım J
Onun üstüne de bir yarım kokoreç alıp ücreti olan 5 TL’yi uzatıyorum ama almıyor parayı. “O kadar çalıştın ne ücreti ? “ diyor. Çalışanlar da “Biraz da muhabbet edersen dükkanı vercek sana” diyip gülüşüyor J




   Kokorecin ücreti hem Ankara’ya oranla uygun, hem de Ankara’da kinin 2 katı et koyuluyor bilginize J Yedikten sonra yatma vakti geliyor tabi ki. Ahşap olan yapının 2. katına çıkıp tulumumun içine giriyorum ve uyumam pek de uzun sürmüyor… (Masraf  18 TL)

No comments: