Sabah kalkınca ilk iş olarak Serkan abiyi arıyorum. O da belli ki yolda ve rüzgar sesi geliyor. Adam daha dün Tavas-Fethiye yaptı, yani 180 km. yol yaptı. Evi Akyaka’da ve Sakar Geçidi’ni çıkıp da Muğla’ya gelmesi gerekiyor. İnsan üşenir be Serkan abicim J Hemen matbaa, pres yapan bir yer arıyorum ve buluyorum. Burada aklımda olan fikir şu: Çağatay Avşar, Onur Karaca, Meril Çiğdem Durmuş ve tura çıkmadan 3 gün önce kaybettiğim arkadaşım Tolga Beyenir’in ölümlerine ve katillerinin serbest bırakılmalarına dikkat çekmek. Resimlerinin ve altlarında özetle ölme şekli, katillerinin serbest oluşunu falan yazıp A3 ebatında çıkartıp bunu bir de pres yapıp deldirdim üstlerinden ve bisikletimin arkasına tutturdum.
Aşağıdaki yere yaptırdım, polis karakolunun arasındaki sokakta ve gayet uygun ücretleri olan bir yerdir arkadaşlar.
İlk olarak o dükkandakilere açıkladım olanları, yapılanları,
haksızlığı, adaletsizliği… Sonrasında da konuştuğum her insana… Üşenmeden ve
sabırla… Ufak bi tarifiyle buluyorum Serkan abinin dükkanını. Yaklaşık bi 25 dk.’ya da o geliyor.
Sabah o da ben de aç gelmişiz, orada simit alıyor Serkan abi ve kahve eşliğinde
kahvaltımızı yapıyoruz. Arada bi Fixie geliyor. Fixie derken, bilmeyenler için;
Vitessiz ve frensiz olan bisiklettir kendileri. Bazı kişiler frenli de
kullanabilir tabi ki. Yani deli gibi pedallarsanız yol alırsınız, pedalı
bırakıp, bir de geriye doğru hafif kasarsanız arka tekeri kaydırıp drift
(yanlama) yapabilirsiniz J
İlginç bir bisiklettir bu fixie. Benim evde ki klasiği de buna dönüştürmek
istiyorum J
Seçtiğim rotanın hem çok güzel, hem de zorlu
bir parkur olduğunu söyledi Serkan abi. Böyle olunca bi kere daha gurur duydum
kendimle J
Nihayetinde kiminin zamanı yok, kiminin cesareti yok o rotayı yapmaya, bir de ben tek tabanca
yol alıyorum ya işte bunlar yeterli kendimle gurur duymaya ve kendi kendime gaz
vermeye J Serkan
abi önümde ki 2-3 tırmanıştan bahsetti, ben zaten daha önce arabayla da olsa
geçmiştim oralardan. Yaklaşık 1,5 saatlik sohbetten sonra yola çıkmak istiyorum
çünkü geç kalmaktan korkuyorum. Nereye yetişeceksem J Yolun çok fazla uzun sürmeyeceğini söylüyor Serkan abim. Son bir hatıra fotoğrafı da
çektikten sonra yola koyuluyorum.
İlk yokuşum Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Kampüsü’nün olduğu yokuş. Ama çıktığım kadarını iniyorum. İniş sonrası,
Ankara’dan gidip Elmadağ rampasını tırmananlar bilir, Elmadağ rampasının aynı
eğim ve uzunluğunda bir yokuşu tırmanıyorum. Ve sonrası Sakar Geçidi inişi J Evet inmeden önce “Sakar Geçidi” tabelası görmüyorum.
Zaten görmeyi de beklemiyorum. Çünkü Serkan abim o konuda da uyarmıştı beni.
“Tabela ters tarafta, unutup geçme” demişti. Hemen demir atımı durdurup
geçiyorum karşı tarafa ve fotoğraf çekmeyi ihmal etmiyorum J
Sakar
Geçidi’nin inişinin güzelliğini ancak inen bilir J (Çıkan da acısını bilir ama ben henüz tadamadım bu
acıyı J) Çok
güzel bir Gökova manzarası eşliğinde iniyorsunuz. Sayılı yerlerden birisidir bu
anlamda bu geçit. Geçidin seyir tepesi
yakınında karşı taraftan bir motorlu çift selam verdi. Ben de onlara
selam verdim ve yol kenarında durup yasladım bisikletimi. Karşı tarafa geçip
konuşmaya başladım. Çiftimiz Türk olup, abim daha önceden bisikletçiymiş J Kendisi daha evvel Ege Üniversitesi Bisiklet
Topluluğu ile pedallamış. Ege-Akdeniz rotasını da yapmışlar, Sarp-İstanbul
rotasını da J Şimdi de
motorla geziyorlarmış. İşte o an başımın üstünde yandı ampul J Benim de aklıma yattı bu fikir. O ana kadar yoktu bu
fikir ama o an itibari ile, umarım ileride istediğim gibi bir motor alabilirim,
motor alıp yaptığım rotaları daha rahat bir şekilde, tadını çıkararak
dolaşabilmek . Manzara da güzel olduğu için kendi fotoğrafımı da onlara
çektirdim, ellerinize sağlık J
Tabi ki
vedalaştıktan sonra ben de durmadım ve bisikletimin yanına dönüp devam ettim
yola. Gökova’ya kadar sert virajlar da vardı, kaymak gibi inişler de. Akyaka
yol ayrımından dönmeyip, devam ediyorum. Marmaris yol ayrımına da gelince eski
yola giriyorum, Okaliptus ağaçlarının arasından giden yola.
Manzara
tabi ki enfes J bir süre
ilerledikten sonra ters yöne çıkıyorum yolun sonundan ama 200 m. kadar sonra
kendi şeridime geçiş şansım var. Birkaç tesis geçtikten sonra sağlam olan 2
tırmanıştan 1.si çıkıyor karşıma. Yokuşun başlangıcında bi tane tır manevra
yapmaya çalışıyor, trafik de durmuş. Takılsana olum tıra, uğraşma çıkmaya. Yok
arkadaş zamanında gelmez ki bu fikirler aklıma. Yavaşladığımda aklıma geliyor
bu fikir ve tır hareket edince tabi ki yetişemeyeceğim için vazgeçiyorum ve
basmıyorum bile J Yokuşu
tırmandığınızda %10’luk bir iniş sizi bekliyor ama kısacık bir %10 bu.
Çetibeli’ne kadar düz gittiğiniz yolda, her zaman olduğu gibi 1 şeride düşüyor
yol, çünkü Jandarma Trafik kontrolü var bu yolda yıllardır. Zaten Çetibeli nden
sonra başlıyor asıl yokuş ki bu da beni zorlayan yokuşlardan oldu. Daha önceden
arabayla defalarca geçmiştim bu yoldan ve bu yokuşlar nedense aklımda böyle
kalmamış J Bundan
dolayı da aslında zorlanıyorum. Beklemediğim bir şey karşıma çıktığı için.
Tırmanışın sonlarına doğru bir de rüzgar geliyor karşıdan, bu da tuzu biberi
oluyor tırmanışın J Orayı da
tırmandıktan sonra alın size Marmaris manzarası.
Gönül ister ki bu Marmaris yokuşunu hız
kesmeden inmeyi fakat fotoğraf da çekmek lazım L
Serkan
abinin de tarif ettiği gibi ilk iş olarak Marmaris otogarını geçtikten sonra
sağda olan Hacı’nın Yeri Lokantası’na giriyorum. Serkan abi demişti: “Tepsiyi
yemekle doldursan 20 TL ödersin” diye. Tabi benim midem belli, tüm tepsiyi
dolduramıyorum ama aldığıma 3,5 TL ödüyorum J Böyle turistik bir şehirde, bu lezzet ve bu fiyat
inanılmaz bir şey J Turistik
olmayan şehirlerde bile bu fiyata yemek bulamazsın J
İyice karnımı doyurduktan sonra gideceğim yer belli: kuzenlerimin mezarı…
En son buraya gelişim
2009’da idi, trafik kazasında hayatını kaybeden kuzenimi defnetmek için
gelmiştim. O zamandan beri çok kalabalıklaşmış burası. Yarım saat kadar aradım,
tek tek baktım mezar taşlarına fakat ne Canan’ımı buldum ne de Erhan abimi L Ben de mecbur döndüm
dedemlerin evine...
Akşama kadar
muhabbet sohbet ettim ve sonrasında dedemle beraber bisikletlere atlayıp,
Müzeyyen teyzeme gittik. Müzeyyen teyzemle sözleştik; yarın Canan’ı ve Erhan
abimi ziyarete gidecektik.
Akşam vakti şehir merkezinden geçip eve gittik.
Bu arada Büyük bir katlı otopark ve altında da Tansaş Marketin olduğu yapıyı
belediye yıkmış. İyi de yapmış. Yerine büyük bir meydan inşa edilmiş ve
ortasına da havuz koyulmuş. Bu havuzda da su ve ışık sistemi kullanılarak,
resim veya video izleme imkanı verilmiş. Keşke her yerde buna benzer şeyler
yapılsa. Memlekette bir gereksiz bina yıkılıp, yerine başka gereksiz bina
yapılmakta…
Gönül isterki bu güzel sahillerde daha fazla kalmak ama belli bi program var :)
Dedem de (annemin amcası) yıllardır Bisiklet kullanır. Sülalede var bu iş bizde yahu :)
Evde de muhabbet ve sohbetle günü bitiriyoruz...
6. GÜN
1 gün sonrasına
kendime tatil vermiştim, Abdurrahman (Yurduseven) abim öyle tavsiye vermişti J Ben de evden çıktım
yayan bir şekilde ve sahil yolunda yürümeye başladım. Yürürken bir yandan da
Ayhan’la (Daş) konuşuyordum. Konuşma epey uzadı J
Bu arada önümden bir bisikletli, üstünde heybesi olan bir bisikletli, geçti.
Önce yavaş, sonra biraz daha hızlı adımlarla takip ettim adamı. O durunca
yanına yaklaştım. Baktım beyaz saçlı, renkli gözlü birisi. Yabancı dilim
maalesef olmadığı için, çekinerek yaklaştım yanına. Türkçe selam verince
rahatladım ve konuşmaya başladık J
Semi abi bazen İstanbul’da, bazen de Marmaris’te zamanını geçirirmiş. İstanbul’dan
Semih abi de (Saygın) ortak arkadaş çıktı J
Laf lafı açıyor, ikimiz de ayrılamıyoruz birbirimizden J En sonunda o beni VelomarisBisiklet’e, onun tabiriyle Marmaris’te ki karargaha, götürdü. Orayı Serkan
abiden dolayı biliyordum, o da geçen seneye kadar orada çalışıyordu. Oranın
sahibi Tolga abiyle (Gök) tanışıyorum.
Kendisi askerlikten istifa edip burayı açıyor. Halinden de
çok memnun. İnsan sevdiği, zevk aldığı işi yapıyorsa zaten ondan iyisi yoktur J Orada çalışan Bahadır
abiyle de tanışıyorum. Biraz muhabbete takılıyoruz ama muhabbet bisiklet değil
bu sefer. Semi abi zamanında Cem Karaca gibi sanatçılarla çalışmış bir isim.
Sanatçılardan, Cem Karaca ve Barış Manço gibi sanatçılardan, bahsediyoruz. Cem
Karaca’nın nasıl Sosyal Demokrat bir insan olduğundan, Barış Manço’nun nasıl
sağ ideolojiye girdiğinden falan konuşuyoruz. Bu arada telefonum çalıyor ve
arayan Alpay abi (Karaibrahimoğlu). Tesadüf o da Marmaris’teymiş J Hemen buluşalım
diyorum ama arada ben teyzemle mezarlığa gittiğim için buluşmamız uzun sürüyor.
Bgb grubu yavaş
yavaş dökülüyor buraya. Alpay abiyle de onlarla da görüşüyorum gurbette görüşür
gibi. O gün hem yabancılarla karşılaştım, tanıştım hem de gurbette Ankara’dan
tanıdığım bisiklet grubuyla karşılaştım ve görüştüm.
Bahsetmeyi unutmamalı tabi ki J
Tolga abinin arka bahçesinde çadır kurmuş bi Fransız çift de vardı. Şimdi
diceksiniz nası yani ? Dükkan bahçesinde nası çadır kurulur ?
Hemen gireyim
konuya. Tolga abinin kullandığı bir site var: www.warmshower.org bu site birkaç yıldır faaliyetteymiş. Sadece
bisikletliler için kurulmuş olan bir site bu. Bisikletçinin en elzem
ihtiyaçları: Kalacak yer, yemek ve duş. Bu siteye kayıt yapıp profil
oluşturuyorsunuz. Gelecek olan bisikletçi/bisikletçilere hangi imkanları sunabileceğinizi
yazıyorsunuz. Bunu gören bisikletçi sizinle irtibata geçip, ihtiyaçlarını
karşılıyor. Ben de hemen profil oluşturuyorum ama yabancı dil sorununu söylüyorum
Tolga abiye. O da: “Sen niye sıkıntı yapıyosun ki ? Gelip seninle irtibata
geçen onlar. Onlar düşünsün nasıl anlaşacağını” diyor. Düşününce mantıklı
geliyor bu da bana J
Akşama kadar bu Fransız turistle bir şekilde
iletişim kurduk J Biraz
İngilizce, biraz beden dili, biraz da ses efektleri J İngilizce konuşmaya çalışınca, yanında da bi turist
olunca konuşabiliyormuş insan bunu anladım bu yaz ki turumda J Çiftimiz Nisan
ayında işlerinden istifa edip atılmışlar yollara. Bisikletlerine 1.000’er €,
ceplerine de 7.000’er € koyup düşmüşler yollara ve yaklaşık 4 ayda da
Marmaris’e ulaşmışlardı. Buradan çıkışta hem İstanbul’u hem de Ankara’yı görmek
istiyorlardı ve kararsızdılar. Birkaç farklı yol tarif ettim kendilerine.
Göller yöresinden geçen yolda ısrarcı oldum çünkü göl ve manzara merakları
vardı J Kendileri
de yardım sever sağ olsunlar. Heybe almayı düşünüyordum ve karar veremiyordum.
Erkek olan Fransız 2 marka heybenin de hasarlarını ve zayıflıklarını gösterdi.
Kendi bisikletime de takıp denedim ve kaliteyi gördüm J Kız içeride kendilerine yumurta salatası yapıyordu
ama bahçeye çıktığında gördük ki herkes için büyük bir kaba yapmıştı. Tuz
olarak da deniz tuzunu ilk defa burada tadıyorum sayesinde J Onlarda internetin olmadığı ortamda da
kullanabilecekleri Türkiye Karayolları haritalarını indirmeyi gösteriyorum. Gitmeden
de çocuğun mail adresini alıyorum, ben de Facebook adresimden onu kabul edip
Blog adresimi veriyorum ona. Hatıra fotoğrafları çektikten sonra ayrılmak
zorunda kalıyorum yanlarından.
Akşam yemeği İlknur ablamda J
Maalesef fotoğraf çekemediğim için koyamıyorum buraya bir şey. Mükemmel yemek
sonrasında ki muhabbet daha da mükemmel olmuştu J
Benim seneye gitmeyi düşündüğüm rotaya, eşi Münür abiyle gidecektim ve rotada
Ukrayna, Moldova gibi ülkeler de vardı. Soğuk ülkenin sıcak kanlı insanları
yani J
Bi ara dayak yiyeceğimi sandım ama iyi kurtardık paçayı J
Hava kararmıştı ve
dedemlerin evine yaklaşık 10-15 dk.’lık bir mesafe vardı ama yanıma fenerimi de
yeleğimi de almamıştım. Tolga’nın etkisi henüz geçmediği için eve kadar korka
korka ilerledim. Çok şükür ki bir şey olmadı. O gece de bir önce ki gece de
çıkıp sabahlamak vardı aklımda ama bir türlü gerçekleştiremedim nedense L ( O gün 5 TL anca
harcadım Velomaris’te)
7. GÜN
1 gün öncesinde haberleşmiştik Erdoğan eniştemle, yüklerimi
arabasıyla o taşıyacaktı Marmaris rampasının üstüne kadar. Yüklerim onda olunca
yokuşun başına kadar 25 dk. gibi bir sürede ulaşıyorum J
Çetibeli’ni geçip, %10’luk
eğimi de çıkınca durup annemle haberleşiyorum. Bu arada yanımdan geçen koyu
toprak rengi Viper’da da gözüm kalıyor J
(Dodge Viper)
Gökova’ya varıp da Fethiye yönüne dönünce
önümde ki yokuşun varlığından habersiz basıyorum. %5’lik bir eğim olduğu için
bana etki etmiyor. Köyceğiz’e birkaç km. kala benzinliğe çekip mola veriyorum.
Menü belli: Kaşarlı Pide J
Köyceğiz’e girmeden Saniye hanımı arıyorum ama ulaşılamıyor. Daha önceden
Antalya Bisiklet Festivali’nin sayfasından bana ulaşıp yardımcı olabileceğini
söylemişti. Kendisine ulaşamayınca kendimi attım Köyceğiz Gölü kıyısına.
Nasıl
böyle dalgalı olur bir göl böyle anlamadım. Kış mevsiminde Haliç’teyim sanki J Dalgalar coşup coşup kıyıya vuruyordu. Ben de bir
kısa turladım orda ve şehir merkezine döndüm. Banka kenarında otururken, oraya
gelen insanlar da benim bisikletin arkasında ki yazıları okuyorlardı. Onlardan
biri de “İyi pedallar” diyince dikkatimi çekti. O çift de bisikletçiymiş, onlar
da Antalya’ya geleceklermiş J
Çiftimiz bu amca değil tabiki :)
Köyceğiz’de
mi kalsam, ilerlesem mi bilemiyorum. Bu arada Saniye hanım arıyor beni ama
onunla konuşurken de gitme fikrim ağır basıyor nedense. Köyceğiz’den çıkmadan
Tarkan Bisiklete uğruyorum. Gidon önü heybem kötü durumda olduğu için ucuz
yollu bir şey arıyorum. Ama onda ki de 150 TL imiş J Başka çeşit soruyorum, 2 dk. müsaade istiyor ama 10
dk. bekliyorum adam ortada yok. Ben de bastım çıktım oradan. Bir daha geçsem
uğrar mıyım ? Tabi ki hayır.
Köyceğiz-Ortaca
arasında 2 tane %10’luk rampa vardı. Valla ne yalan söyleyeyim bunlar da iyi
rampalardı. Gün sonuna geldiği için mi bilmiyorum ama daha ilk günlerde olan
rampalarda yoruluyordum. (Kaş ve sonrasını görmediğimden henüz iyi haldeymişim
de haberim yokmuş J)
Ortaca’ya vardıktan sonra Dalaman’a devam etmek istemedim, bir de KYK (Kredi ve
Yurtlar Kurumu) tabelasını görünce
saptım ana yoldan Ortaca’ya. Tabelayı takip ederek buluyorum KYK’yı ama şehrin
tam tersinde kalıyor. Napalım mecbur çekeceğiz yolu. Yurdun müdiresi biraz
zorluk çıkarıyor ama ben kendimden emin şekilde konuşunca kimliğimi ve
makbuzumu alıp, dilekçe yazdırıyor bana ve yurda kabul ediliyorum. Yakında ki
marketten ufak bir alış veriş yapıp geri dönüyorum. KYK’nın mutfağını
kullanıyorum ama ocak işe yaramaz olduğu için kendi ocağımı ve malzemelerimi
kullanıp makarna yapıyorum. Akşam gruptan uzak duruyorum. Çalışan güvenlikler
ve orada kalan, staj yapan birkaç öğrenciden. Sonradan onlar çağırınca
yanlarına gidip kaynaşıyorum J Birkaç gün daha kalmak isterdim ama bu mümkün olmadı
maalesef L (Masraf
17 TL)8. GÜN
Saatler çok geç olmadan çıkıyorum ki önümde Göcek Geçidi’nin olduğunu biliyorum. Ama öncelikle bir şeyler atıştırmalıyım. Yurttan çıktığım esnada da dün akşam oynadığımız, sevdiğimiz köpekler bana eşlik ediyorlar J Beyaz olanın ön ve arka ayakları arasındaki mesafe uzun olduğu için adı: Limuzin J
Yurdun ilerisi sanayi ve sonrasında şehir geliyor. Ben de
sanayi bitiminde ki bakkala uğruyorum ve kır pidesini mideye gönderiyorum. Hiç
ayrı yollara sapmama gerek kalmadan da dümdüz devam edince Dalaman yoluna
çıkarıyor gittiğim yol beni. Zaten Ortaca’nın bitişiyle neredeyse Dalaman
başlıyor. Sadece arada Dalaman Çayı var.
Göcek Geçidi öyle söylenildiği gibi bir yer
değilmiş. Yani diklik ve zor çıkışlı yer anlamında. Yoksa söylenildiği kadar
zevkli ve güzel bir çıkış. Yok ben bisikletimle paralı geçişten geçerim diyen
varsa buyurun geçin ama her yerde olduğu gibi burada da bisikletle giriş yasak
paralı yola. Zaten bu daha da iyi bir
şey. Çünkü gerçekten güzel ve eğlenceli bir yol. Tam tabelanın olduğu yerden
karşı tarafa geçtiğinizde de geldiğiniz yol ve Dalaman gözükmekte.
Tabela
sonrasında iniş sizleri bekliyor ancak dikkatli inilmeli, zira sert virajlar
mevcut. Zaten iniş sonrasında da Göcek’e giriyorsunuz. Maalesef Göcek ile
ilgili bir bilgi veremeyeceğim buradan çünkü girişte tersane gibi bir yer
görünce hiç içeriye girmedim ama sonradan öğrendiğime göre liman kısmı oldukça
güzelmiş. Başka sefere artık. Her turda birkaç pişman olduğum nokta oluyor
zaten, hepsi tecrübe, hepsi bir sonra ki turda aşılır herhalde. Göcek’in
çıkışına geldim derken bagajımda sıkıntı yaşıyorum ve durup bütün bagajı
indiriyorum. Bu sefer kamp ocağının olduğu çantayı dışarı çıkarıp, büyük
çantaya çadırı tıkıyorum. Şimdi biraz daha dengeli duruyor J Onu ayarladıktan sonra yine yokuş, yine yokuş J Katrancı Koyu’na kadar yokuş çıkıyorsunuz. Katrancı
Koyu’nu yukarıdan izleyebileceğiniz bir yer mevcut ve burada da bir minibüs
durmakta. Adam; köfte, kokoreç ve semaver
çay yapmakta. Bir adam boyu aşağıya da çadırını kurmuş. Keyif onun keyfi
J Tabi ben
de köfteyi yedikten sonra uzanıyorum hamağa. Altımda çadır karşımda güzel mi
güzel Katrancı Koyu J
Yaklaşık 1 saat burada kalıyorum ve bir yandan da muhabbete koyuluyorum adamla.
Semaver çay ikramı da yemek sonrasında iyi geliyor hani J Sonrasında basıp gitmeli
buralardan ki Fethiye taraflarında çadır atabileyim. Birkaç km kaldı dense de
aslında rampa inişinde hemen varamıyorsunuz Fethiye’ye. Bir de Fethiye’nin
birkaç girişi bulunmakta. Ben 2. Girişini tercih ediyorum çünkü direk merkeze
çıkıyor bu giriş. Zaten merkezle de pek bir işim yok, ayrıca Ölüdeniz’i de
görmeye niyetim yok. 19 git, 19 gel üşendim doğrusu. Bana hitap eden de bir şey
olmayınca hiç girmemekte karar kılıyorum. Sadece Fethiye merkezinde markete
uğruyorum ve bir de gidon önü çantam yırtılmıştı onu diktiriyorum. Kalabalığa
dayanamıyorum ve kendimi hemen şehir dışına atmam gerekiyor. Fethiye sonrasında
da bir süre düz gidiyorsunuz,rampasız bir yol. Karşınızda Akdağlar’ı gördükten
sonra da Saklıkent’e yaklaştınız demektir. Ki Saklıkent de burada.
Uzun zamandır yemeyi istediğim Kar
Şerbeti’nin tabelasını görünce hemen atıyorum kendimi yol kenarına. Yaşlı bi
amca-teyze yapıp satıyorlar. Çeşitler; Vişne, Karadut, Pekmez, Çilek,
Böğürtlen, Ahududu, vs… Önce Karadutlu alıyorum. Bu arada bilmeyenler için
söyleyeyim; kar şerbeti (Ezmesi) öyle buz gibi hasta etmez insanı. Doğal kar
olduğu için rahatlıkla yiyebilirsiniz. Tahta tokmakla, tencerede ezilen kar
bardağa boşaltılıyor ve üzerine şerbet gezdiriliyor. Normali bu ama teyzem
tencere içinde ezerken de şerbet atıyor. Bir de yerken az gelirse yine ilave
ediyor. 2. bardağımı da pekmezli alıyorum ama pek tatlı ve keskin geliyor,
üzerine Karadut ilave ettiriyorum. Bu arada birkaç müşteri geliyor. Birisi
soruyor benim durumu ben de anlatıyorum. “Benim ileride Kokoreç dükkanı var,
Ramo Kokoreç, orada kalabilirsin bu akşam. Hem dinlenirsin de” diyor konuştuğum
kişi. Ben de tamam abi diyorum ve yola devam ediyorum. Kaş yol ayrımından
yaklaşık 1 km geride solda kalıyor Ramazan abinin, Nam-ı diğer Ramo’nun
dükkanı.
Görünce durup karşıya geçiyorum. Biraz soluklanıyorum ve
sonrasında Ramazan abi de geliyor. Gittiğim gibi durumu anlatamıyorum
çalışanlara çünkü konuştuğum kişinin kim olduğunu, burada ne iş yaptığını
bilmiyorum. Ramazan abi geldikten sonra ve onun orasının sahibi olduğunu
öğrenip, orada kalışım kesinleştiği için daha rahat davranıyorum. Önce bir
kokoreç yiyorum. Daha sonra muhabbet sohbet ediyorum. Bir ara yatacağım yere
çıkıyorum, Ramo abi de “çay, su istersen çocuklara söyle onlar getirsinler. Sen
zahmet edip de inme aşağı” diyor. Hem güler yüzlü hem iyi bir insana denk
gelmişim ki esnaf olup böyle birini bulmak çok zor. O günün akşamı da Tuğrul
otobüsle Finike yoluna çıkmış İskenderun’dan. Finike’de inince ya Kaş’a
pedallayacak ya da otobüs bulup bu kaldığım yerde inecek ve beraber Saklıkent’e
gideceğiz.
Önemli bir not: Şu
topraklar üzerinde ki ilk ve tek Tandırda Kokoreç burada bulunmakta. (Tabi daha
3 tane dükkanı var, burası 4. imiş. Daha
da 5.yi açacakmış) Burada yaklaşık 9-10 saatte pişmekte etler. 3 kez ters
çevirilip, sıcaktan ödem yapmış yerler patlatılıp suyu dışarı atılıyor ve
tekrar tekrar fırınlanıyor. Akşam vakti 4-5 sıraları karnım yine acıkıyor ama
Ramo abi fırında ki kokoreci vermek istiyor. Aç karnına o güzelim kokoreç
kokusunda beklemek ne acı bir şeydir arkadaş L
Ben de zaman geçsin diye gelen masalara bakıyorum. Bir nevi garson oluyorum.
Bol bol da sebilden su içiyorum. Gelene gidene beleş su var arkadaş J Bu arada Ramo abi
zabıtalar sayesinde bu yöntemi bulmuş J
Normalde yola yakın yerde, camekanlı bir arabada satıyormuş fakat uyarılmış bir
gün “sağlıksız” gerekçesiyle. O da yakında ki bir fırında denemiş bir gün bu
şekilde yapmayı. Bakmış güzel olmuş, Tandır fırını yaptırmış dükkanın
bahçesine. Yani zabıtalar güzel bir icada vesile olmuşlar J Ramo abi bu işin
patentini de almış, benden söylemesi. Zaman durdu derken etin piştiğini
söylüyor Ramo abi. Bana yarım ekmek atmadan bir tabağa iri dilimler koyup
baharat katıyor üstüne ve ikram ediyor. 1-2 parça alıyorum ayıp olmasın diye
ama bitirmemi söylüyor. Ben de kaçırır mıyım J
Onun
üstüne de bir yarım kokoreç alıp ücreti olan 5 TL’yi uzatıyorum ama almıyor
parayı. “O kadar çalıştın ne ücreti ? “ diyor. Çalışanlar da “Biraz da muhabbet
edersen dükkanı vercek sana” diyip gülüşüyor J
Kokorecin ücreti hem Ankara’ya oranla uygun, hem de
Ankara’da kinin 2 katı et koyuluyor bilginize J
Yedikten sonra yatma vakti geliyor tabi ki. Ahşap olan yapının 2. katına çıkıp
tulumumun içine giriyorum ve uyumam pek de uzun sürmüyor… (Masraf 18 TL)
No comments:
Post a Comment