Wednesday, April 23, 2014

İzmir- Antalya Turu (Didim-Muğla)

3. GÜN

   Didim’e yıllar evvel  ailemle gelmiştim. Antik kent’e de uğramıştık. Hem o günleri yad etmek, hem de tekrar görmek için ben de girdim Antik kente. Böyle yerlere girişte ücret ödemek nedense koyuyor bana. Burada da koydu ne yalan söyleyeyim. 5 TL ödeyip giriyorum. Bu Antik kentte; hem kehanetler, hem yarışmalar, hem de sergiler falan yapılıyormuş. İçeriyi turlayıp kendimce güzel kareler çektikten sonra ayrılıyorum. Şimdi Antik Kentin fotoğraflarının hepsini veriyorum, belki ilginizi çekebilir...














Harf yazılan yerlerde kişilere ait oturma yerleri. Kombine bilet gibi düşünebilirsiniz ;) Orada yazan o :)




























   Didim’de Altınkum sahili varmış, benim bi ilgimi çeker ya deniz ve denize girmek J Neyse dedim bi göreyim şurayı. Sora sora buldum yolu ama erken saatte bile o kadar kalabalıktı ki ilgimi çekmedi, tersine rahatsız oldum.





    Dedim ben en iyisi devam edeyim bugün ki yoluma, Muğla’ya. Akbük tabelasına göre ilerlemem gerekiyor ama tabela yok ortada. Yol ayrımından da kafama göre sapıp basıyorum iyice ama yolun sonuna gelip sorunca 3,5 km boşuna geldiğimi anlıyorum L Mecbur dönüp doğru yolu tekrar, sora sora buluyorum. Akbük yol ayrımından sonra irili ufaklı yokuşlar çıkıyorum. Birazcık kan şekeri düştü gibi olunca duruyorum yolun en kenarında. Açıyorum poşeti, yiyorum Yusuf’un bana verdiği elmalardan birini. İyi ki vermişsin Yusuf kardeşim J Milas yol ayrımına geldiğinizde yaklaşık 5 km.’lik güzel bir yokuş aşağı yol sizleri bekliyor. Ama ortalarda benden bir şey düştüğü sesi gelince asılıyorum frenlere L Pompa düşmüş ve çok şükür o arada bir araç falan geçmedi üstünden J




   Bafa Gölü’ne gelince biraz ilerleyip sol tarafa geçiyorum, bir kahvaltının vakti geldi de geçiyor bile. Göl kenarının görüntüsü pek de iyi durumda değil ama idare ediyor işte. Peynirli, otlu gözleme ve yanında da Soda+Ayran iyi gidiyor. Burada biraz dinlemem gerektiğini düşünüp oturuyorum.



   Yolumun üstünde bir adet de tünel bulunuyor. Girişine yakın mesafede durup, fenerimi yakıp, yeleğimi giyiyorum. Kısa ama stresli bir geçiş oluyor benim için. Çünkü çok dar ve yeterli ışığa sahip bir tünel değil burası maalesef. Neyse ki kazasız belasız atlatıyorum orayı da. Yola devam ediyorum  ama hedefim Muğla değil, Muğla’ya bağlı olan Çomakdağ Kızılağaç Köyü J Geçen sene de buraya gelmiştik ve çok beğenmiştim köyü, insanlarını. O yokuşları ilgimi çekmişti geçen sene ve bu sene tırmanmak için, kendimi geçen seneden hazırlamıştım. 


Bu ayrımdan sola doğru ayrılıyoruz efenim :)




Yokuşları tırmandıkça bu yeşillik sizi bırakmıyor :)



Evet başladığım nokta aşağıdaki beyaz çatılı gibi görünen yerler :)



  Bu arada köy de baca ustalığı ile meşhurmuş...


Köy yapılarının büyük bir kısmı hala bakımlı ve güzelliği korunuyor. Aynı zamanda köy içerisinden geçip de Karia Yolu'na çıkabiliyorsunuz.


Gerçekten sağlam yokuşlardan sonra nihayet ulaşıyorum Çomakdağ Kızılağaç Köyü’ne. Yaklaşık 1,5 saatte buraya tırmanmış olmam güzel bir süre, bunu oraya tırmananlar bilir J Orada da köy düğünü olacakmış akşam. Olmayan kaynanam seviyomuş beni ne diyim J Düğün vakti gelene kadar da 2 çocuğun bisiklet lastiklerini tamir edip, oyalanıyorum. Daha sonra köy düğününe geçiyoruz çocuklarla. Çocuklar hemen misafir olduğum için, bana masa hazırlayıp yemekleri  getirtiyorlar. Sürekli gelenler olduğu için ben acele yemeye çalışıyorum ama çocuklar 2. Postayı da getiriyorlar. Ev sahipleri kalabalıktan ötürü çocukları kaldırmaya çalışıyorlar ama beni de görünce: “Sen yanlış anlama, sen bizim misafirimizsin, rahatına bak” diyorlar. Gelenler oraların kıyafetlerini giyip geliyorlar. Zaten daha önce de okuduğuma göre; köyün kadınları düğünlerde, özel günlerde ve bayramlarda  yöresel kıyafetlerini giyip, başlarına çiçek koyarlarmış. Erkekler ise; normal gömlek ve pantolonlarını giyinip, eşlerinin verdikleri bir tutam çiçeği de gömlek ceplerine koyarlarmış. Bu gelenek şu gün bile devam etmekte, uzun yıllar da devam edecek gibi. Ne mutlu bu insanlara ve köye, keşke diğer köyler de böyle olabilseler…
   Yemek sonrasında çocuklardan birisinin evine geçip fotoğraflar çekiliyoruz. Önce toplu bir fotoğraf ve sonrasında da 2’şerli 3’erli fotoğraflar. Bu çocukların isteği üzerine bunların hepsini koyuyorum buraya.









Sol baştan itibaren: Celal Yıldırım, Uzay Keskin Ateş, Ali Ateş, Necati Ertuğrul, Hüsnü Küçük, Mustafa Sabri Kaya, Mehmet Küçük, Behlül Gürkan Zincir ve Ali Küçük. 


  Daha sonra ise köyü turlayıp, onların okuluna çıkıyoruz. Okulun bahçesi öyle güzel esiyor ki J Her zaman da esermiş burası. Çok fazla yürümeyeyim diyorum ve köyün kahvesine geçiyorum. Köy kahvesinin yakınında bir ahırdan eşek sesi geliyor ki ilk duyduğumda birinin çığlığı sandım ve irkildim. Aynen insan çığlığı gibiydi. Hayatımda ilk kez böyle bir eşek sesi duydum J Köy kahvesinde ki sedirlere uzanıyorum ve birazcık dinleniyorum. O arada elektrikler kesiliyor ve ben de uyku tulumumu çıkarıp, içine giriyorum. O saate kadar zor sabretmiştim zaten. Sırf köylüler orada otururken yatmayayım dedim ve şans yüzüme güldü. Erken kalkıp yol alacağım için uykunun tatlılığına dayanamıyorum J (Masrafsız bir gün geçiyor: 12 TL)


4. GÜN

   



   Erken kalkıp yol almak gerekir, daha Muğla’ya kadar yolumuz var. Milas’a varmam yaklaşık 45 dk.’mı alıyor. Burasının da içinden kısa yoldan geçip Bodrum-Muğla yol ayrımına geçiyorum. Buradan da Muğla’ya dönüyorum ve azap yokuşu tırmanışımız başlıyor. Burası da turun başlangıcından bu yana köyden sonra ki ilk ciddi tırmanışım oluyor. Gerçekten iyi yoruyor L Yokuşun sonuna doğru durup, Yusuf’un verdiği bir diğer elmayı da mideme indiriyorum bu güzel manzara eşliğinde J








   Nihayet azap yokuşu bitti ve birazcık basmanın vakti geldi J Artık yolun iki tarafı da güzel, çam ağaçlarıyla süslenmeye başladı. Yol güzel gidiyordu fakat Muğla’ya da yetişmem gerekiyordu. Bundan dolayı en sonunda yol kenarında durdum. Uygun araç aradı gözlerim ama geçmedi. En son belli belirsiz bi otostop işareti yaptım ve kamyonet yanımdan geçti gitti. Gitti ama biraz ileride korna çalıp sağa yanaştı. Ben de atladım demir atıma sürdüm kamyonetin yanına. 

- Abi Muğla tarafına mı gidiyosun ?
+ Yok sen nereye gidiyosun ?
- Abi ben Muğla’ya gidiyom.
+ Ben de Aydın’a gidiyom, Yatağan çıkışına kadar atıyım seni.
    Hemen beraber demir atımı yüklüyoruz kasaya ve kamyonet yolculuğum başlıyor. Valla böyle yolculuk da baya iyi oluyomuş hani J (Burdan Yeliz teyzeme selam olsun :-D ) Normalde pek kimse almaz bisiklette ki yükü görünce ama sağ olsun abim aldı beni. O da eskiden köyden, Muğla’ya geleceği zaman kamyonla gelirmiş. Beni görünce onun için durmuş, öyle söyledi. Yaklaşık 20 km. kadar gittik ve beni Yatağan çıkışında bıraktı abim.




      Yatağan çıkışından sağa doğru, Muğla yönüne, ilerliyorum. Baktım bi tabelada: Köfte+Ayran+Salata 7 TL tabelası var. Daldım hemen ama baktım ki sadece köfteye 10 TL fiyat çekmişler. Zaten tur boyunca gördüğüm ortak kültür bu: tabelada farklı, gittiğinde farklı fiyat uygulanması L Neyse ben pazarlığı yaptım ve öyle başladım yemeğe. Köfteler minik, tek lokmalıktı ama gerçekten güzeldi. Salataya gelen nar ekşisi de ev yapımı idi. Zaten öncesinde gelen mezeler de karın doyurur cinstendi. Bu doygun karınla da 30 km.’lik Muğla yolu çabucak geçiverdi. Arada durup Serkan abiyi (Taşdelen) aradım ve turda olduğunu söyledi. O da Tavas-Fethiye Turu’ndaymış J



   Muğla’nın girişinde bizim Arıcı çiftini aradım. Vedat kankam ve Güzin ablayı J Onlar daha evvel söylemişlerdi: “Muğla Bisiklet Derneği’nde kalma imkanı var, oraya gidince bizi ara, yardımcı olurlar” diye. Arayıp aldım numarayı ve konuştum Bülent hocayla (Bülent Savran- Muğla Bisiklet Derneği Başkanı) uygun bir yer belirledik ve oraya 10-15 dk.ya gelebileceğimi söyledim. Beklemeye başladım, işi vardır, geldi gelecek dedim ama 1 saat oldu yok Bülent hoca. Meğerse o da benim gelince onu arayacağımı düşünmüş. 1 saatin sonunda kendisini aradım ve geldi bisikletiyle J Önce derneğe gittik ve derneğin içerisini biraz temizledik, sonra benim eşyaları bırakıp bisikletle dışarı çıktık. Derneğin olduğu bölge küçük ama güzel dükkanların, dar sokakların olduğu bir bölgede. Hiç sıkılmadan gezilebilir. Hatta burayı gezmek için bir hafta sonumu da ayırmayı düşündüm J
   Bu arada unutmadan söylemem lazım: Bülent Hoca, yolu buradan geçen tüm bisikletçilerin burada, dernekte kalabileceğini söylüyor. Tanısın, tanımasın herkes kendisine bir şekilde ulaşabilir. Bu açıdan not edilmesi gereken yerlerden birisi de Muğla Bisiklet Derneği oluyor J



   Sol alt köşede yine bir sticker bulunuyor :) Bu da Serkan abiden :) Pedalla stickerı.








   Bülent hocayla çıkıp 5- 10 dakika kadar turluyoruz ve bana nerden buraya, derneğe, çıkacağımı tarif ediyor. 
   




   Bisiklet yollarının çoğu yerde demir bariyerlerle ayrılmış olması, araçların engellememesi için güzel bir fikir olmuş, umarım kalıcı da olur :)
 

   Muğla'nın yapıları da çok güzel ve bakımlı.
  






















   Akşama kadar turladım 400 km.’ye tamamlayabilmek için fakat ne kadar da gezseniz Muğla’nın sınırları belli olduğu için fazla turlayamıyorsunuz. Bi geçtiğim yerden kim bilir kaç kere geçtim, yine de olmadı, 400 km.’ye tamamlayamadım L Ben de döndüm Derneğe. Elimin belli yerlerinde uyuşmalar oluyordu, hissizlik başlamıştı. Önemli bir şey olabilir düşüncesiyle Erim abiyi aradım. Sporcu sağlığından anlardı nihayetinde. O da Voltaren 50 mg.’ı  önerdi. Artık sabahları kahvaltı sonrasında Voltaren, Öğlen yemeği sonrasında da Magnezyum Tablet alacaktım. Sonrasında da Tuğrul aradı ve bana yatmadan süt içmemi söyledi. Başka zaman olsa itirazım hazırdı ama yolda olunca, Tuğrul haklıydı ve Kalsiyum şarttı J Akşam hava kararmıştı artık ama çıktım 1 kutu süt aradım, aldım ve içtim. Tabi ki yanına da abur cubur başka şeyler J (Bugünün harcaması da 28 TL)

No comments: