Saturday, July 20, 2013

Malatya Bisiklet Festivali ve Nemrut Dağı'na Tırmanış 3. Gün

    Tepehan’dan Karapınar’a kadar yaklaşık 12 km boyunca iniş yaptık. Yolda mucurlar olduğu için dikkatli inmek gerekiyordu fakat önümde ki fazl hızlıydı. Ben de biraz aramı açmak istedi. Düşündüğüm şeyin birazı oldu aslında. Mucurlara girdi ve çıkamadı, son anda durmayı başardı. Kayalıklara yaklaşık 1 m. mesafede durdu. Eğer duramasaydı o hızla kayalara girseydi, sonucu belliydi zaten. Burada, Karapınar’da bir tesis ve buz gibi akan kaynak suyu vardı. Gruptan bazı kişiler burada durup dinlendiler. Henüz tura başlayalı ancak 10-15 dk. olmuşken durmak olmazdı. Zaten buradan itibaren de sağlam yokuşlar başlıyordu, çok gerilerden bunu görmüştük J Bu arada Talha beni su konusunda uyardı. Tesis girişinin biraz ilerisinde kayalıklardan süzülen su vardı, kaynağından J Matarayı kayalığa dayadık ve yaklaşık 5 dk.’da doldu mataram. Ve suyun lezzeti çok güzeldi, aynı zamanda da buz gibiydi ve akan su da mataranın dışını buz gibi yapmıştı. Zaten tur başlamadan bize su konusunda herkes şunu söylemişti: “Malatya’dan çıkan her su içilebilir, temiz sudur. Korkmadan, güvenle içebilirsiniz.” Hakikaten de sular denildiği gibiydi.







   Al sana bi Angaralı daha: Serkan (Sezer) abi :)








   Bir yokuş başladı ki daha bunun başlangıç olduğunu sonradan gördük. Oldukça dik rampalara başlamıştık artık ve durmak anlamsız olurdu. 10 dk. kadar çıkmıştık ki arkadan gelen görevli araç bize soda verdi J O da bizi rahatlattı, çok da iyi oldu J Talha sodaları açtı ve içmeye başladık ki önümüzde ki tabela ilgimizi çekmeye yetti J Türkçe tabelanın altında Japonca tabela J



   Türkiye’de bunu görebileceğimiz çok çok az yer vardır eminim. Önümüzde ki dönemde Kırşehir’e gidip, dönüşü Kaman üzerinden yaparsak orada da Japonya ile beraber kurulan bir müze var. Bir de orada görürüz artık bu tarz bir tabelayı. Çık çık bitmiyor arkadaş bu yokuşlar yahu L Bu arada Hüseyin Can ile tanışmış oluyoruz. Hüseyin Can zaten Malatyalı. Geçen yıl da araba ile çıkmış Nemrut Dağı’na ama tam olarak ne tarafa gidileceğini hatırlamıyor.



  Etrafa baktıkça aslında nerelere tırmanmamız gerektiğini fark ediyorduk fakat görmemezlikten gelmek istiyorduk. Bunu buradan anlatmak ve sizin buradan anlamanız çok zor, bunu biliyorum. Görmeden, Nemrut’a tırmanma deneyimini yaşamadan bu duyguyu anlamanız çok zor.
    Belli bir yere kadar birkaç tane ağaç görürsünüz yol kenarında ama altına girip serinlenecek kadar gölgesi yoktur. Bir yerden sonra bunlar biter ve kısa otlardan görünür. Ve belli yerden sonra da bu otlar biter, sadece kayalıklar vardır. “S” gibi, yılan gibi kıvrılan ve mucurların sürekli yer değiştiği yollardan tırmanırken, aynı zamanda yeryüzünün değişiminin farkına varıyorsunuz. Bu çok ilginç bir deneyim oluyor işte. Başka turlarda bu kadar farklılığı görmeniz çok zor.



  2 m2.'lik gölge bulan masum bisikletçiler J






   Ve Talha... Her turunda ihmal etmeden çektiği fotoğraf çekme şekli J





   Hiç bir zaman bizleri yalnız bırakmayan görevli aracımız...











   Bu arada arkama bakıyorum ve başka kimse yok. Yukarıdan “Sinaaannn” sesini duyunca bakıyorum ve Talha o arada fotoğrafımı çekiyor tepeden bir yerden ve yoluna devam ediyor J Aşağılara bakınca bir grup bisikletçi görüyorum ve onların arkasından, onlara makas atarak ilerleyen birini görüyorum ve “Nasıl yaa :-S Bu yokuşta bu hızda nasıl gidilebilir ?” diyorum. Birkaç saniye sonra bu insanoğlunun ön teker kaldırıp yola devam ettiğini de görünce “Yuh artık la” diyorum J Bana yetişmesi uzun sürmüyor. “Ulen siz nasıl Malatya ekibisiniz ? Ya en önden gidin, ya en arkadan. Arkadan gelip de böyle bizi geçmeniz hiç oluyo mu ?” diyip takılıyorum J Biraz ilerledikten sonra da şakadan dikleniyorum. “Döndürme beni oraya” diyor. Dönemiceğini biliyorum ya, gelmesi yönünde gaza getiriyorum ve bu adam dönüyor. Yaklaşık 200 m. var aramızda ve gelip geri çıkıyor o yokuşu J 5 dk. ya geçiyor ya geçmiyor, uzaktan gördüğüm adamı, yaklaşınca daha net görüyorum. Meğerse o korucuymuş. Orta yaşlarda birisiydi. Elinde Kalaşnikof tüfekle nöbet tutuyordu. Birkaç dakika hem dinlenip hem muhabbet ettim. Buralara daha evvel 2 kere inmiş terörist pislikler. Her seferinde halk geri yollamış, barındırmamış, beslememiş. Hal böyle olunca da bir daha dolanmamışlar bu çevrede. Bunu duyunca seviniyorum tabi ki J Son kez gitmeden dedim “Fotoğraf çekebiliyo muyuz ?”, “Yasak” dedi. “Askeriyeye bağlı olduğumuz için çekilmemesi gerekiyo” dedi. Ben de saygıtla karşıladım tabi ki. Çekseydim buraya koyardım ve sonrasında belki de kendisi yada çevresi bundan zarar görebilirdi. Korucuyu geçtikten sonra, artık yol da düzleşmeye başlıyor ve yol kenarında birkaç tane mezar görüyorum. Bir anlam veremiyorum burada olmalarına. Dönüşte, minibüsün şöförü Ramazan (Kavak)  abiden öğreniyorum. Aşağıda ki köyün zemini oldukça sert kayalardan oluşuyormuş. Öyle olunca da insanlar cenazeyi bu alana taşıyormuş. Aslında kayalık olan bu yükseklikte, mezarların bulunduğu alanın yumuşak zemin olması ilginç. Bu kadar yokuştan sonra yol biraz olsun düzleşti ya basılması gerekiyor J Ben de öyle yapıyorum.








   Grubun dinlenmeye geçtiği yer: Güneş Motel. Burası Nemrut Milli Parkı’nın girişinin dibinde. Yokuşun sonuna doğru Talha beni görüp tümsek konusunda uyarıyor, zaten ben ondan önce fark edip frenlere asılıyorum. Bakıyorum millet oturuyo orada, yukarı çıkmaya niyetleri yok. Ben tek tabanca giriyorum milli Park’a. Yol berbat maalesef. Toprak az var, genelde kaya, taş parçaları mevcut. 3 yokuşta elime alıp çıkmak zorunda kalıyorum. Hem eğim hem de zemin konusunda bu 3 yokuş çok kötüydü gerçekten. Neyse ki heykellerin olduğu tepeye yaklaştığımı görünce bir gaz geliyor bana ve durmadan devam ediyorum yoluma.
   Araçların park edildiği yere ulaşıyorum sonunda. Orada 2 görevli araç da bekliyor bizleri. Proje Koordinatörü Hasret Hanım da orada. Benim ilk gelen kişi olduğumu söylüyorlar ve başka görevli arkadaş da yanıma geçiyor, fotoğraf çekiliyoruz J Millet aşağıda ama Nemrut’a ilk ulaşan benim abicim bu da bi gerçek 


   Oradan sonra heykellere kadar elime almak zorunda kalıyorum çünkü yol artık tamamen kayalardan oluşuyor ve kayalar da stabil değil maalesef. Hemen 1 kutu meyve suyu veriyorlar bana. Yorgun ve kan şekeri düşünce insanın bu bir kutu meyve suyu bile çok iyi geliyor insana. Bu arada ben birkaç kişi ile gün batımından sonra buradan inip Tepehan’a gideceğimi söylediğimde bana şiddetle karşı çıkıyorlar. “Sen buranın rüzgarını bilmezsin. Geçen sene burada çadırlar uçtu, çadırlar kırıldı. O rüzgar sizi uçurumdan aşağı bile atar” dediler. Ne yalan söyliyim tırstım. Sonuçta zevk için, eğlenmek için gelmişiz buraya. Kendimizi mahvetmenin anlamı yok. Zaten gelirken ki yolun sakatlığını gördüm. Hal böyle olunca bir kez daha düşünüyorum planımızı ve vazgeçiyorum. Mahir abi ve ben, 1 gün öncesinde tanıştığım minibüsçü ağabeyleri de heykellerin orada görüyoruz. Onlarla konuşuyorum ve inişte bisikletleri minibüse yüklemek için sözleşiyoruz. Normalde Festival Planına göre şu olacaktı: Bisikletlerle çıkılan Nemrut Dağı Milli Parkı’nda günbatımı izlendikten sonra bisikletlerle Güneş Motel’e inilecek ve bisikletler orada duracak. Tepehan’a minibüslerle dönülecek. Diğer gün, gün doğmadan Tepehan’dan minibüslerle gün doğumu izlemek için Park’a gidilip, dönüşte bisikletlerle inilecekti. Fakat dönüşün sıkıntılı yolları ve Tepehan’a gelmeden ki 12 km.’lik yokuş beni bu plana uymamaya sevk ediyor J Öyle bir yerde ki bu tepe; güneşin doğumundan, batımına kadar tüm gün güneşi görüyor bu tepe. Bir tarafında Karakaya Barajı, bir tarafında Atatürk Barajı olan tepenin manzarası gerçekten çok güzel. Heykellerin orada fotoğraf çekiliyoruz. Hem kendi bisikletlerimizle hem de Bursa ekibinden Abdullah’ın Carbon bisikletiyle. Zaten o bisiklet de orada ortalık malı oldu J E malum hafif bisiklet olduğu için, herkes tek eliyle kaldırıp poz vermekte J




   Sıra geldi muhteşem gün batımına… Aslında böyle bir ortamda yanında sevgilin olmalıydı. Şanssızlık bizde napalım. Bizim de yanımızda Talha Bey var J Onunla beraber izliyoruz ve güneş tam batmadan inmeye başlıyoruz.












   Bu arada mükemmel denebilecek bir rüzgar başlıyor. Görevlilere soruyorum bu rüzgar, bahsettiğiniz rüzgar mı ? diye. Daha değil, bundan çok daha fazla oluyor rüzgar dediler. Öyle olunca, kararımı değiştirmekte ne kadar haklı olduğumu anladım tabi ki. Soför ağabeyler de gelince minibüsün üstüne yükledik benim ve Mahir abinin bisikletini. Talha o arada çıktı yola ama içim el vermiyor Talha’nın bisikletle dönmesine. Benimle aynı minibüse Can da biniyor. Aşağı indiğimizde Talha’yı tek kalmış görüyoruz. Sözde, Bursa ekibi ile dönecekti ama o ekip, Serkan’ın tekeri patlayınca onu da orada bırakıp yollarına devam etmişlerdi. Can ve ben Mustafa hocaya ispiyonladık Talha’yı ve tek başına göndermemesini söyledik J O da öyle yapmış ve Talha’yı, bisikletiyle beraber minibüse bindirmiş J Karapınar’a kadar minibüsle git git, yol bitmedi. Dedik ne yollardan gelmişiz, ne çok yol gelmişiz yahu J Karapınar’ın bitimine doğru 3 bisikletli görüyoruz. Yokuş yukarı çıkıyorlar ve bizim şoför, Ramazan abi de onları geçmeyip, farla yollarını bir süre aydınlatıyor. Adamlar yokuş yukarı tırmanıyorlar minibüsün önünde ve minibüsün hızı 25 km. J Bunlar kim mi ? Tabi ki Bursa ekibi J Ve tabi ki minibüstekiler şaşırıyorlar bunlara ama ben şaşırmıyorum çünkü adamları az çok biliyorum J Nasıl insanlık dışı bastıklarını biliyorum J
   Tepehan’a vardığımızda mükemmel bir kavurma, salata ve ayran bekliyor bizleri. Biraz yiyorum, telefona bakıyorum ve 1 cevapsız çağrı görüyorum. “Bir süre görüşmek istemeyen” arkadaşım aramış. Değildir diye mesaj atıyorum sen mi aradın diye, o da kısa ve net bir cevap veriyor: “Hayır”. Aradan birkaç saniye geçiyor ve yine o arıyor. 2 kerede toplam 55 dk.’lık bi görüşme yapıyoruz J Tamam artık şimdi kafam rahat J Bu arada millet madalya almış Nemrut’a tırmandıkları için ama ben telefon görüşmesinden dolayı alamadım. Benim madalyamı da boynuma Hasret Hanım takıyor, peşine de gruptan bir alkış alıyorum J Artık yatma vakti geliyor.





No comments: