Monday, March 11, 2013

Yolda yapılan rota ve son günü p.ç olan tur (1. ve 2. Gün)

   13-14 Ekim 2012 tarihinde yapacağımız Tuz Gölü turunu çeşitli sebeplerle ertelemiş ve 20-21 Ekim 2012 tarihinde yapmıştık. E bir kere ısındı vücut, soğutmamak lazım düşüncesi ile Kurban bayramı haftasında da boş durmayalım diye düşündüm ve Ankara-Sakarya turu yapacaktım. Fakat Tuz Gölü turu beni yormuş,yıpratmıştı. Bu yüzden daha yakın bir yerlere gidecektim. Tur için Eskişehir’i seçtim. Eskişehir ve çevresinde dolanacaktım. Hemen Özlem’i (Duygu Özlem Yalçın) ve Mehmet abiyi (Mehmet Bekar) aradım. Biraz nazlandılar ama benim teklifimi de kaçırmak istemediler. Çekici konuşmamla ikna oldular desek yeridir J Eskişehir’de Musaözü Barajı göleti,Yazılıkaya ve ılıcaların olduğu Sarıcakaya’ya gidecektik. En azından benim düşüncem bu yöndeydi. Özlem de Yazılıkaya’dan Afyon’a kadar bir rota çıkarmıştı.
   25 Ekim 2012 saat 09:00’a Kamil Koç’tan bilet almıştı Mehmet abim ve saat 08:30’da Aşti’de buluşacaktık. Özlem ve ben tam vaktinde oradaydık ama Mehmet abi ortalarda yoktu. Meğerse gelirken tekeri gümlemiş ve onunla uğraşmıştı. Otobüsün de modelini öğrenmek için yazıhaneye gidiyorum ve Neoplan olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğruyorum. Bilindiği üzere en geniş bagaja sahip model şu anda Mercedes Travego. Herkes ön tekerini sökünce sığdırıyoruz bisiklet ve diğer bagajlarımızı. Mehmet abim herkes rahat gitsin diye Rahat Hat’tan almış biletlerimizi. Ama boşa kasmış kendisini çünkü otobüste 21 yolcuyduk zaten. Açık büfe olan firmadan biraz stok yapıyorum yol için. Tabi ki b.kunu çıkarmadan J



   Mehmet abinin bileğinde bir ağrı varmış.Bu arada haritaya bakıyoruz rota için ve Özlem “İzmir’e gidelim” diyor. Bayramda zaten denize gitmek istiyordu. Rota belli oluyor: Eskişehir-Kütahya-Uşak-Manisa-İzmir. Eskişehir’e vardığımızda yükleniyoruz bagajlarımızı ama ben de sorun var. Ön fren mekanizması plastik olan kolu sıkılınca ön tekere sürtüyor. Neyse diyorum hallederiz ileride bir yerde. Zaten arka fren de çok iyi değil. Alışığım ben yav. Çanakkale-Çeşme turuna da jant seti yamuk ve akortsuz çıkmıştım J Hem açık bisikletçi de yok bayramın 1.günü. Mehmet abiden bir fikir geliyor bu arada: “Kütahya’ya trenle gidelim, 1 gün zaman kazanalım” diyor.


   Gara gidiyoruz ama olmuyor, giden ekspreste eşya koyulabilecek yer yok.Sadece yolcu için yapılmış vagonlar. Yer olsa almaya niyeti var vatmanın. Akşam giden bir tren daha var ama saati bize geç geliyor. Biz de başlıyoruz pedallamaya. Saatlerimiz 13:00 civarını gösteriyor.

   Porsuk Barajı’na kadar zaten bir sürü gülmelik,eğlenmelik muhabbet çıkıyor J Bir ara Özlem PSY’nin Gangnam Style müziğini telefonundan açıyor ve ellerini gidondan çekip hareketi yapmaya başlıyor J Mehmet abi de boş durmayıp başlıyor video çekimine. Çay ve su ihtiyacımız olunca Kütahya-Bozuyük yol ayrımında ki benzinliğe giriyoruz. Burada da bizi biri siyah-kumral, diğeri beyaz olan 2 tane yavru köpek karşılıyor. Oturup birini severken diğeri de arkamdan dolanıp cebimde ki annemin yaptığı poğaçaları buluyor velet J Bu arada yolda da epeyce gaz birikimi olmuş, nefretimizi boşaltıp rahatlıyoruz J (Yaptıklarım yapacaklarımın garantisidirJ




  Yola koyuluyoruz ve bu arada öğreniyorum ki Ankara Pab’dan (Perşembe Akşamı Bisikletçileri) sanırım  Can Çavuş, Kütahya Pab’a bizi yazmış.
     Mehmet abiye cevap yazan birinin olup olmadığını soruyorum o da “K.çı kırık bi bisikletçinin ön fren sorununa çare bulmuş birisi” diyor J Kimseden yanıt yokmuş ama zaten böyle bir beklenti ile de yollara atmadık ki kendimizi. Bir süre yol aldıktan sonra Mehmet abinin Kütahya’da askerlik yaptığını öğreniyoruz. Yabancı yere gitmiyoruz yani JLastiğimin inik olduğunu söylüyorlar ama ben buna pek de anlamıyorum,bir süre ilerledikten sonra durup elliyorum ve patlak olduğunu anlıyorum L Hemen lastiği değişiyoruz ama bende ki de mallık ya dış lastiğin içini kontrol etmiyorum ve yeni tekerin de havası bir süre sonra iniyor. Fakat bende ki inatla lastiği değişmek yerine 3-4 kez hava pompalıyorum ve yoluma devam ediyorum. Ama bakıyorum ki her duruşta gruba engel olmuş oluyorum,mecbur değişiyorum lastiği ve bu sefer kontrol ediyorum. Evet dış lastiğe fren telinden bir parça girmiş L Bu arada Mehmet abim telefonla konuşuyor. Arayan Mert (Mert Kule). Mert; Kütahya bisikletçilerinden. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Bisiklet Takımı’ndan ve aynı zamanda altında da güzel bir yol bisikleti var J Öylesine Kütahya Pab’ın sayfasına bakarken görmüş bizim yolda olduğumuz haberini ve bizimle buluşup görüşmek istiyormuş. Lastik işlemi sonunda bitiyor ama hava da kararıyor. Işıklar açılıyor ve yola ben önde olmak üzere devam ediyoruz. Ekibin gerisi benim arkamdan geliyor. Bu arada Evliya Çelebi’nin de memleketiymiş Kütahya.


   Sabahtan beri karnımız aç, suyla beslendik desek abartı olmaz maalesef L Kipa Avm’yi görünce seviniyorum ama duramayız Mert bizi bekliyor. Biraz daha şehrin içine girince yolu Mehmet abim bildiği için liderliği ona devrediyorum. Yanımızda birden bire bir bisiklet beliriyor ve evet bu Mert. “Sanırım öndeki bisikletliyi yakalamalıyım” diyor ve Mehmet abiyi yakalıyor. Bisikletimde ki sorunu Mert’e de söylemiş olacak ki Mehmet abim, Mert bisikletçiyi telefonundan aramış ve dükkana gittiğimizde usta hazır bekliyordu. Bayramın 1.gününün akşamında para dökseniz de usta bulamazsınız. Emin Ustanın çırağı olduğunu düşündüğüm kişi de frenlerimi komple değiştiriyor. Usta da iyi olması için elinden geleni yapıyor. Meğerse çırağı sandığım kişi, ustaya bayram ziyaretine gelen misafiriymiş J İşler tamamlandıktan sonra helalleşip ayrılıyoruz dükkandan. İlk durak pastahane. Mert’e “Burada ne yemek var?” diye soruyorum ve Mert de bana “Yemek sizi evde bekliyor,burada soluklanın önce” diyor. 1 günlük açlığın da etkisiyle 1 şişe boza alıyorum ve birazını bizimkilerle paylaştıktan sonra mideye indiriyorum hepsini. Ne yaparsın açlık işte J Tatar olduğunu düşündüğüm bir bebekli aile geçiyor Mert’in arkasından ve soruyorum Mert’e “Mert,burada Tatar çok var mı?” Cevap gecikmiyor “Ben de Tatar’ım” J Eve pedallıyoruz ve ilk kez böyle bir şey görüyorum: 4 bisikleti de salona koyuyoruz J Mert’in ailesi de çok candan insanlar. Bize hazırladıkları sofra,yemekler enfes. Kurban Bayramı’nda et yiyememe gibi bir alışkanlığım var maalesef, eski bir alışkanlık, bu yüzden geri çeviriyorum teklifi. Ama eminim o da diğer yemekler ve mezeler gibi şahanedir J Yemekten sonra sofrada ufak bir sohbet ediyoruz ve salonda ki televizyondan Zeki Müren şarkıları çalıyor. Salona geçtikten sonra ailesi de karşı apartmanda ki akrabalara ziyarete geçiyorlar. Muhabbet,sohbet öyle bir gidiyor ki yatışımız 01:30’u buluyor. Tabi ben yatmadan hatıra olsun diye reflektörlü Kızılay yeleğimi veriyorum Mert’e.


    Mert gece uyumamış ve sabah kendi elleriyle bize kahvaltı sofrası hazırlamış. İlk defa yumurta kaynatmış mesela J Cevizli incir reçelimiz de var. Güç lazım yola ve iyi bir kahvaltı gerekiyor bunun için.


    Kütahya’da ki sisi ben başka yerde görmedim arkadaşım yaa J Yola çıkıyoruz ve benim aynakoldan ses gelmeye başlıyor, gıcırtı duracak derken daha da artıyor. Askeriyeyi biraz geçip duruyoruz. Belli ki göbek dağılmış ve hemen bisikletçi arıyor Mert.
    Mert, 2 bisikletçiye de bakıyor ama maalesef birisi kapalı,diğeri şehir dışında. Mecburen Emin Ustayı  arıyoruz. O gelene kadar da çay bahçesinde oturup çaylarımızı yudumlayıp ısınmaya çalışıyoruz. 1 saat geçiyor ve hala ustadan haber yok. Ben ustanın uykuya daldığını düşünüyorum ve arayınca bu konuda da haklı olduğum ortaya çıkıyor. Neyse ki o soğuk havada,o sıcacık yatağından çıkıp, hiç kahvaltı bile yapmadan dükkana geliyor Emin Usta sağolsun J 15 dk’lık iş diyoruz ama 1 saatten fazla zamanımızı alıyor göbeği yapmak. Sökmek çok zor oldu ve içinde de 4 tane bilya yuvası vardı. Bu kadar bile dayanmasına hayret ediyoruz. 




    Yine saat 13:30 civarlarında pedallamaya başlıyoruz. Kütahya’nın çıkış kısmı bir hayli uzunmuş. Çıkışa Outlet mağazalar koymuşlar ve biz de oradan bir şeyler alıyoruz ki yolda bir şey bulamayabilirmişiz. Uşak ayrımından dönünce duruyoruz ve ayrılık vaktimiz geliyor. Son bir kare fotoğraf da çekildikten ve birkaç iyi dilekten sonra ayrılıyoruz Mert’ten. Her şey için çok ama çok teşekkür ederim Mert. Sana, ailene ve Emin Usta’ya.




    Mert, 5-6 km ileride bir su istasyonu olduğunu ve suyunun güzel olduğunu söylüyor ama mesafe 10 km’yi buluyor. Karnım da çok acıkmış olduğu için lavaşın içine Sütaş’ın süzme peyniri ve yeşil zeytin ezmesini sürüp dürüm yapıyorum. Bundan 2 tane gidiyor,yanına da çeşmeden buz gibi su J Mehmet abinin bilek ağrısı devam ediyor.Suları da tamamlayıp yola koyuluyoruz. Çeşmeden hemen sonra çok güzel bir yokuş var. Yokuşlar zaten o gün ve tur boyunca bitmiyor.


  Yokuşu tırmandıktan sonra Özlem ön tekerine,ben de arka tekerime hava basmak için duruyoruz. Gideceğimiz yer; Çavdarhisar’da ki Aizanoi Antik Kenti. Çavdarhisar’a 1 km kala bir benzinlikte durmak için sözleşiyoruz. Tabi Özlem daha önce durmak istiyor ama çoğunluğa göre hareket ediyoruz J Bu arada benzinliği görüyorum ama arkama baktığımda da bisikletin yanında Mehmet abiyi yürürken görüyorum.
- “Ne oldu Mehmet abi?”
- “Hep bizi mi taşıyacak bu,biraz da biz onu taşıyalım.” diyor Mehmet abi. Lastik değiştirme vakti gelmiş yine
L



     Dış lastiğin içinde bulunan sivri metali penseyle çıkaracak vakit yoktu, ben de dişimle çıkardım Benzinliğe gidip kamp atmak için izin istiyoruz fakat güvenlik gerekçesi ile! izin vermiyorlar. Ancak karşıda ki arazi onlarınmış ve kamp atabileceğimizi söylüyorlar. Ve lanetli gecenin hazırlığı başlıyor. Neden mi lanetli? Donduk,mahvolduk da ondan. Tabi bu donan kişiler ben ve Mehmet abim. Özlem dağcı olduğu için her türlü hazırlığı yapıp gelmiş,onu etkileyen bir şey olmadı. Önce çadırları kuruyoruz. Tabi benim çadır otomatik olduğu için bu konuda ki 1.lik de bana ait J Özlem de ocağını hazırlayıp önce çorbayı,sonra da bulgur pilavını yapıyor. Çorbaya nasıl bir karışım attıysa yakıp kavuruyor beni,pilav da ilk hamlede dilimi ve dudağımı yakıyor. Ama lezzeti çok iyiydi Özlem,ellerine sağlık. En kısa zamanda yine bekleriz J


  Özlem’in çadırda yemek yedikten sonra bir şey öğreniyorum ve bunu kamp dışında bir yerde görüp yapamazsınız. Işık şiddeti güçlü bir feneri avucunuza dayadığınızda,ortam da karanlık olunca elinizin içinde ki damarlar gözüküyor ve bu inanılmaz güzel ve ilginç bir görüntü J Çadırlarımıza çekiliyoruz ama soğuktan uyunmuyor. Hangi akıl dediyse Mehmet abimle bana baharlık tulumla yola çıkın diye. Donuyoruz biz de tabiki. Zaten hastalığı da burada kaptım. 





































No comments: