Sabah olunca bir güzel kahvaltımızı ediyoruz. Kahvaltıda
Fıstık Ezmemiz de var J Dün yolda
lafı edilmişti ve benim de burnuma fıstık ezmesi kokusu gelmişti. Engin abi
henüz yola çıkmadığı için ona sipariş etmiştim “Fıstık Ezmesi” dememiştim,
“Gold marka fıstık ezmesi, kırmızı kağıt var üstünde, sweety yazıyo” demiştim J Bu kadar da seçiciyiz yani. Engin
abi de hem onu almış, hem de Calve’nin fıstık ezmesini almıştı. Ben söylemedim
ama sandviç ekmeği de almıştı J
Biraz kahvaltı ettikten sonra toparlanıyoruz. Kahvaltıda Fıstık Ezmemiz de var J Dün yolda lafı edilmişti ve benim
de burnuma fıstık ezmesi kokusu gelmişti. Engin abi henüz yola çıkmadığı için
ona sipariş etmiştim “Fıstık Ezmesi” dememiştim, “Gold marka fıstık ezmesi,
kırmızı kağıt var üstünde, sweety yazıyo” demiştim J Bu kadar da seçiciyiz yani. Engin
abi de hem onu almış, hem de Calve’nin fıstık ezmesini almıştı. Ben söylemedim
ama sandviç ekmeği de almıştı JBiraz kahvaltı ettikten sonra toparlanıyoruz. Pedallarken köpek de peşimizden koşuyor. Dün baya beslemiştik, tabi o da yavrularını beslemişti. Vefalı hayvan kim bilir nereye kadar koştu peşimizden. Karagöl’den itibaren inişimiz bitmiyor. İlk köye kadar iniyoruz. Oranın da evleri ahşap oymacılığının kullanıldığı yerlerdi. Güzel ama bakımsız evleri vardı.
Arıcı çifti bizden önce gidip kahvaltı ettiğimiz
kapları temizlemişlerdi caminin çeşmesinde. Orada bulunan bir adamı da
araçlarına alıp devam etiler yollarına.
Biz de oradan dere boyuna kadar iniş yaptık ve hem
Akın abi hem Çağrı “Köpek kadar tilki vardı gördünüz mü?” diyor Yeliz ve bana
ama yok abicim biz görmedik öyle bişey. Sıcak mı vurdu naptı sizi yahu J Sen teee dere boyuna indir yolu ondan sonra da böyle
dik yokuşu koy önümüze. Bu ne yaa L
Bir sürü yokuşu çıkarken yeni bir şey daha keşfediyorum: Yavaşlamak yerine belli bir kadansta çeviriyorum pedalları. Güç bitince de dik çıkmak yerine daha önceden de yaptığım gibi “S” çizerek çıkıyorum yokuşu. Bu şekilde hem nefes nefese kalmıyorum hem de bacaklar fazla yorulmuyor. Tavsiye ederim J
Kıbrısçık ilçesi 6.000 nüfuslu bir yer. Girişte ki
tabelada tabi ki fotoğraf çekiliyoruz.
İlçe merkezinde soda ve ayran alıyoruz. “Burada
içmeyelim de, parkta içelim. Ramazan’da ayıp olur millete” diyorum Engin abiye.
O arada esnaf ve diğer kişi de “Burada Ramazan yok, isterseniz bira da içebilirsiniz”
deyince şaşırıyoruz J Parkta
soda ayran yapıyorum bol köpüklü. Çağrı da bunu yapmaya kalkınca sakarlığından
döküyor. (Alıştık artık her seferinde aynı şey J)
Akın
abinin patlayan lastiğini halediyoruz bu arada. Hallettikten sonra yola koyuluyoruz.
Kıbrısçık çıkışında da güzel bir iniş bizleri bekliyor. Önden gidip yokuşlarda
ve araçlar geldikçe uyarıyorum bizimkileri. Tam dereye indiğimizde sert bir
viraj bizleri bekliyor ve durup uyarıyorum bizimkileri. Durmuşken fotoğraf da
çekiliyoruz.
Kamyonlar öyle bir geniş alıyor ki burada ki
virajları, sanki tüm yol onun. Yeliz’in bisikleti yolda kalıyor, aslında
kenarda ama kamyonlar geniş dönüyor. Çağrı da onun bisikleti kurtarmak için
gidiyor yanına, Çağrı da bisikleti de son anda kurtuluyor. Bakıyoruz Engin abi
basmaya başlıyor, aramızda ki mesafe oldukça açılıyor. Anlıyoruz ki adam tek
başınalığı seviyor. Seslenmiyoruz biz de böyle olunca. Yokuşlar bitmiyor, bizim
de bi serinlememiz gerekiyor. Yolda durup, kenardan azıcık akan suya sokuyoruz
ayaklarımızı. Su biraz bulanık geliyor ama bizi çok rahatlatıyor, tertemiz
çıkıyoruz. Yüzümüze, boynumuza, bacaklarımıza atıyoruz.
Bulanıklığın nedeni Akın abinin aklına gelmiş ama
söylememiş. Düşündüğü gibi çıkıyor. Biraz çıkınca teyzeyi ve yıkadığı halıları
görüyoruz J Tertemiz
çıkmamızın nedeni anlaşıldı J Hareket
etmeden önce Engin abiyi bir kez daha anıyoruz J Bana
verdiği 1 şişe Powerade’i paylaşıyoruz. Artık etrafın boz olduğu yollar
bitiyor. Rampadan inişimizle ormanın içine girmemiz bir oluyor. Her yer ağaç
dolu orman ve biz de bu ormanda açılan yolda ilerliyoruz. Böyle bir yoldan ilk
kez geçiyordum ve sessizlik, ortam beni çok etkiledi. Keşke her yol böyle olsa.
O zaman da sürekli çıkmak ister insan yola J
15-20 dk. kadar böyle yoldan ilerledikten sonra yol
çalışması çıkıyor karşımıza. Güzelim ağaçları keserek yol genişletmesi
yapıyorlar. Tek yön olan yolu, büyütmek ilk kez orada gereksiz geliyor bana. Bu
yeşilli katletmenin bir anlamı yok ki. Bir de çok işlek olan bir yol değil
zaten. Fikrin sahibine sövmedim desem yalan olur.
Öğlen yemeği
için Arıcı çifti bizi Orman Müdürlüğü’ne ait bir yerde beklediklerini
söylediler ama bir türlü varamıyoruz buraya. Yol çalışması bitmek üzereyken,
yeşilliğin arasında yayla evlerini görüyoruz. Buranın bitiminde
olabileceklerini söylüyor Akın abi ve doğru da biliyor. Kankam bizi karşılıyor
burada J
Güzin abla da benim tulumun içine girmiş yatıyor J (Tabi ablacım yat sen, bayaa yoruldun ne de olsa :D )
Buraya Akın abi küçükken de geliyormuş. Babası
buralarda görev yaptığı için pikniğe falan buralara geliyorlarmış. Ormanın
içinde güzel bir göletle çok güzel dinlenme yeri yapmışlar sağolsunlar. Böyle
yerler yap işte, niye yol genişletiyon !
Hemen dalıyoruz karpuza, peynire, fıstık ezmesine. He
bir de isli et var ona J Diyorum
ya kampımızda yok yok J Bunların
üstüne de çay iyi gider. Normalde çay içmeyen ben, bisiklet turlarında çaya
dayanıyorum. Burada da Çağrı bir Ton Balığı konservesinde ki yağı deviriyor.
Artık normal oldu bu iş J Hemen
bir bahanesi de var tabii. “Kan şekerim düşünce elim, kolum titriyor. Yoksa
sakar değilim” Hadi len ordan, sakar değilmiş J
Yeterince oyalanıyoruz ve 20-25 km yolumuzun kaldığını tahmin ediyoruz. Toparlanıp
yola koyuluyoruz. Maalesef yol çalışması
epeyce bizimle beraber oluyor. Toz toprağı geçtim, yolun zemini çok kötü. Benim
pisikletim de düz maşa olduğu için bütün ağrıyı aldı vücudum L Düz yola çıkıp da yayla evlerini görünce “Aladağ”a
geldiğimizi anlıyoruz. Evler, çevresinin olabildiğine yeşilik mera ve orman
alanının olduğunu görmek ve hala böyle yerlerin olduğunu bilmek sevindiriyor
beni. Çünkü her yer araç ve binalarla kaplı oldu artık ve bu durum benim canımı
fazlasıyla sıkıyor L
Akın abi, Engin abi ve Çağrı önden gidiyor, ben ve Yeliz
arkadan gidiyoruz. Tam “Gençlik ve Spor Bakanlığı İzcilik ve Kamp Alanı”
tabelasından dönmek üzereyken bir teyze bizi çağırıyor. Telefonla birini
araması lazımmış. Ona yardımcı oluyoruz ve sorular soruyor. Bunlardan biri Yeliz’e
geliyor J “Yavrum
sen erkek çocuğu musun? Kız çocuğu mu ?” J Gülüyoruz
ve Yeliz de gözlüğünü çıkarıp cevabı veriyor. Bu sefer bana geliyor soru “Bu
kız senun sevduğun mu ?” J Yine
gülüyoruz ve “ablam o benim teyzecim” diyorum, Yeliz de “Ben ondan çok büyüğüm,
ablasıyım onun” J diyor.
Artık dilime dolandı bu konu ve dönene kadar da konuştuk bunu J
Arıcı çifti bizi karşılıyor yolda ama canı
sıkılmış yine Güzin ablamın. Kamp girişinde ki görevli girip çadır atmamıza laf
etmemiş ama sorumlu “Tesis Amiri”ni aramış ve o amir bizlerle ilgili bilgi
sahibi olmadan, sormadan soruşturmadan “Almayın onları içeriye, kapıdan içeriye
girmesinler. Gölcük Göleti’ne yönlendir” demiş. Bir şekilde oraya da kamp
atarız zorla ama milletin canını sıkmaya gerek yok. İçeri girip Tel örgülü
kapıdan göl kenarına geçiyoruz. Araçları almak için Çağrı ve Vedat abi
gidiyorlar. Bu arada da ben ve Güzin abla o Amirin adını ve görevini öğrenmek
için tesise giriyoruz. Öğreniyoruz ve gereken yerlere şikayet etmeyi de
kafamıza koyuyoruz.Biz anayoldan dolaşıyoruz, Çağrı da aradan giderim diyor ve olan oluyor J Vedat abinin arabasını kullanan Çağrı, arabayı çamura saplıyor J Biraz da debelenmiş galiba ve daha da çok batmış. Vedat abi sinirli, hatta uzaktan bile hissedilebilir bir halde ama Çağrı’ya da bir şey demiyor. Soyunup aracı ittirmeye çalışmaktan başka çare yok. Soyunalım hadi J Sadece şort kalıncaya kadar çıkarıyorum üstümü. Boşa çamur olmaya gerek yok J Uğraşıyoruz ama ne bastırabiliyoruz ne de kaldırabiliyoruz aracı. Passat 1,5 ton ve oynamıyor. Çağrı’dan gelen cümle hala kahkaha konusu: “Özür dilerim L” Tabi bunu boynu bükük, çocuk gibi bir ses tonuyla söyleyince kopuyoruz biz J
Kankam çekiciyi çağırıyor. Biz de burada oturduktan
sonra kamp yeri aramak için pedallıyoruz. Piknik yapmanın yasak olduğunu
gösteren tabelada durup tel örgünün içine giriyoruz. Biz burada piknik
yapmayacaz ki, kamp atıcaz J
Biz malzemeleri indirip yemek hazırlıklarına
başlarken, Engin abi, Çağrı ve Vedat kankam geliyor. Çekici geldiğinde
Çağrı’nın mutluluğunu ve davranışını anlatınca Engin abi, bir kez daha
kopuyoruz J Yemek
hazırlıkları sürerken Yeliz tabak istiyor. Güzin abla da bana veriyor. O arada
yelpaze gibi sallıyorum tabağı ve elimde tutuyorum 5 dk. kadar. Yeliz isteyince
yanına koyuyorum. “Yok onu al karşıya götür” deyince tam giderken başlıyor
gülmeye. Ne bileyim ben ne yapacağını. Ulen Yeliz, saflığımdan, yorgunluğumdan
yararlandın J Hemen
boğazına sarılıyorum Yeliz’in. Boğacam ama sevdiğim için boğamıyorum,
bırakıyorum boğazını J 2 gündür
beklediğim yemeği yeme zamanı geldi: Makarna J Ben ton
balığı ekleyip yemeyi düşünürken, Akın abi Keş Peynirini kavurup, cevizle
süsledi. Ben yine de bunların üstüne ekledim konserve balığı. Bir kap ondan
yemek yetti bana. Menemen’in yüzüne bakmadım bile J
Arkasından, kamp ateşi için toparladığımız çalı
çırpıyı tutuşturduk. Genç Arıcı çifti erkenden yattılar. Önce kankam yamulup
yatı, sonra da Güzin ablam. Bizler sohbete devam ettik. Ve Akın abinin
Karagöl’de yaptığını burada, Aladağ Göleti’nde de yaptık. Profesyonel fotoğraf
makinesini uzun poza ayarlayıp, elinde ki ışıkla tepemize harfler çizip,
yüzümüze de o ışığı tutunca tek karede mükemmel bir fotoğraf çıkıyor J Hatta biraz daha abartıp, 2’şer tane bizden de çektik
J Yani biz
ve yanımızda 1 tane daha biz J
J Kamp
ateşi de sönmek üzere, uyuma vakti geldi artık. Yine ateşin yanında uyumak
istedim ama 1 gece öncesinde biraz üşüdüğüm için ve burada da sivrisinek olduğu
için çadırda kalıyorum haliyle.
No comments:
Post a Comment